Winterson'ın
“Normal Olmak Varken Neden Mutlu Olasın” adlı kitabını
gerçekten çok beğenmiştim. Kitabı bir şekilde kendimle
fazlasıyla ilişkilendirdiğim için olsa gerek hemen arkasından
devamı olan kitapları okumak için ara verdim. Ancak Winterson o
kadar samimi, o kadar doğal, o kadar iyi yazıyor ki onu bir kere
okuduktan sonra, başka bir kitabına arkamı dönemezdim. Özellikle
de felsefi ve psikolojik öğeleri mitoloji ve tanrılar ile
harmanlıyorsa.
Atlas,
ülkesi Atlantis için tanrılara açtığı savaşı kaybeder ve
Zeus tarafından cezalandırılır. Diğer bir çok titanın aksine
Atlas tartarosa gönderilmez, ona gök kubbeyi omuzlarında taşıma
cezası verilir. Burada bahsi geçen gökkubbe sadece dünya olarak
tasvir edilse de okurken bunun aslında uzayı da içeren tüm evren
olduğunu görüyoruz. Bu oldukça ağır bir yüktür ve Atlas hiç
kıpırdaman tüm evrende olan bitenlere tanıklık ederek cezasına
katlanır. Bu arada Herakles ve Hera hikayeye dahil olur. Herakles,
Atlas'ın bahçesinde bulunan ve Hera'ya ait olan ağacın
meyvelerini almak ister. Ancak bu ağacı koruyan bir yılan vardır
ve önce onu geçmesi gerekmektedir. Herakles, Atlas'a bir teklifte
bulunur, Atlas o meyveleri getirene kadar Herakles evreni sırtında
taşıyacaktır. Herakles, Atlas'ın döneceğinden emin olamasa da
evreni sırtına alır ve Atlas bu geçici özgürlüğünü
meyveleri alıp getirmek için kullanır. Herakles görevini yerine
getirmiş, meyveleri teslim etmiştir. Ve Atlas tekrar evreni
omuzlarına alıp cezasını çekmeye devam eder.
Aslında
tüm bu mitolojik öğeler metafor olarak kullanılmaktadır.
Atlas'ın evreni sırtında taşıması, her birimizin kendi
hayatlarımızı sırtımızda nasıl taşıdığımızla
ilişkilidir. Bu bir ceza olsa da Atlas sabırla yükünü hiç
kıpırdamadan taşır. Yaşamda bazen bizler için oldukça
zorlayıcı olabilmektedir. Ve genel olarak baktığımızda aslında
seçimlerimizin sonuçlarıdır omuzlarımızda taşıdığımız tüm
o yükler. Herakles ve Hera ilişkisi üzerinden erkek kadın
ilişkilerine de çok yerinde göndermeler vardır. Bazı satırlarda
kadına bakış açısının tanrıça oldukları zaman bile pekte
değişmediğini görmek mümkün. Yine Herakles ve Atlas
konuşmalarında varoluşu, insanların zayıflıklarını, hayatı,
zamanı ve yaşamı sorguladığımız bir çok satırla Winterson
yine çok güzel bir çalışma yapmış. Kitapta en hüzünlendiğim
bölümlerden biri de uzaya gönderilen ilk canlı olan Laika isimli
köpeğinde yer alması oldu. Winterson onun için gerçeğinden çok
daha güzel bir son yazarak bence Laika'yı çok güzel bir şekilde
onure etmiş. Uzay boşluğunda tek başına bir köpek...Ve ona
sahip çıkan Atlas. İki yalnızlıktan bir dostluk.
Kendi
sınırlarıma dayanışım, kitabın yine kendime en yakın ve derin
ifadelerle yüklü olduğunu düşündüğüm kısmı oldu.
Winterson'ı bu kadar severek okumam kesinlikle bu yüzden biliyorum.
Duygu ve düş dünyasında kendime dair o kadar çok benzerlik
buluyorum ki uzaklarda bir yerlerde benzer hisler içinde olduğum
biri var ve onunla kitapları üzerinden tek yönlü bir iletişim
halindeyim,biliyorum. Bazende bunları okumanın ve bazı şeyleri
anımsamanın bana ne yararı var diyorum, okumamalıyım. Ancak
insan geçmişini tıpkı Atlas gibi bir şekilde sırtında taşımak
zorunda, geçmiş bugün ve geleceğe dair tüm seçim ve kararların
zeminiyse bu üçlü birbirinden ayrılamaz bir bütün olmuyor mu?
Bugün olduğumuz kişi iyisi ve kötüsüyle geçmişte yaşadığımız
an'ların toplamı değil mi ? Ve biz bu yükleri bir ömür taşımak
zorunda mıyız ?
Soran,
sorgulatan, düşündüren tüm kitapları seviyorum. Diğer
kitapları ile Winterson okumaya devam!
Keyifli
okumalar, sevgiler.
Orjinal
Adı: WEIGHT
Yazar
: Jeanette WINTERSON
Sayfa
Sayısı : 134
Yayınevi
: Sel Yayıncılık
Yayın
Tarihi : 2018
Çeviri
: Dilek ŞENDİL
Tür
: Roman
Kitaptan
Alıntılar;
- “Hiçlik olmayacak bir niteliğe sahiptir. Ağırdır.”
- “Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz. Ben de kendime inanmayı bırakabilseydim keşke. Geceleri uyuyorum, sabah uyandığımda yok olmayı umut ediyorum. Bu hiç olmuyor. Bir dizim önde, bir dizim kıvrık, dünyayı sırtımda taşıyorum.”
- “Neden diye bir şey yok. Sadece tanrıların iradesi ve insanın yazgısı var.”
- “İnsan cahil kalır, çünkü bilgi onun sonudur. İnsanoğlunun her keşfi döner dolaşır onu yok eder. Kardeşin Prometheus ateşi çalmıştı, peki insanlar bu armağanla ne yaptılar? Birbirlerinin ekinlerini, evlerini yakmayı öğrendiler. Kheiron size tıbbı öğretmişti, peki siz ne yapmayı öğrendiniz? Zehir. Ares elinize silahları tutuşturmuştu, ama siz de birbirinizi öldürmekten başka ne yaptınız? Ya sen, Atlas, yarı-insan, yarı-tanrı olan sen bile dünyanın en güzel kentini yok ettin. Kendi çiftliğini başkasının ekip biçtiğini görmektense, yakıp yıkmayı yeğledin. Düşmanın eline geçmesinler diye kendi gemilerini batırdın."
- “Beni taşıyacak kimse olmadığından kendi kendimi taşımayı öğrendim.”
- “Geçmişle geleceğin çekimi öyle güçlüdür ki şimdiki zaman ikisinin arasında ezilir.”
- “Katlandıkça taşıdıklarım da arttı. Kitaplar, evler, sevgililer, yaşamlar, hepsi sırtıma yığıldı, sırtım vücudumun en kuvvetli bölümü oldu her zaman. Kendi yükümü kaldırabilirim.”
- “Düşler kadar özgür. Nasıl düşler ? Özgür olduğumuzu düşlediğimiz düşler.”
- “Dünyanın en güçlü adamıyım ben,” dedi Herakles.
“Beni saymazsak...” diye ekledi Atlas.
"Ama özgür değilim...”
"Özgürlük diye bir şey yok,” diye anlattı Atlas. "Özgürlük var olmayan bir ülke.”
"O evdir,” dedi Herakles. “Eğer olmak istediğin yer evinse.”
YAZAR
HAKKINDA
1959’da
İngiltere’nin Lancashire kentinde doğdu. Halen Londra’da
yaşamakta ve hayatını yazarlıkla kazanmaktadır. İlk romanı
Oranges Are Not The Only Fruit büyük başarı kazanmış ve
sinemaya uyarlanmıştır. Öteki kitapları arasında Written On The
Body, Boating For Beginners, Sexing The Cherry (Vişnenin Cinsiyeti,
İletişim 1994) ve Art and Lies sayılabilir. The Passion (Tutku),
1987 John Llewellyn Rhys ödülünü kazanmıştır.