KORKU - STEFAN ZWEIG


     23 yaşında felsefe doktorasını tamamlayıp, yazmaya başlayan Zweig, bir çok başarılı eseri kaleme almasının ödüllerle taçlandırıldığı Zweig, nazi zulmüne karşı durup düşüncelerinden ödün vermeyen Zweig, zulümden kaçmak adına vatansız kalan ve bunun acısını çeken Zweig, Rolland ile savaş karşıtlığına öncülük eden Zweig, bir yandan kitapları yakılırken diğer tarafta yazmaktan vazgeçmeyen Zweig, vatanından uzaklarda, Montaigne'nin “ En gönüllü ölüm, ölümlerin en güzelidir.” alıntısından ilham alarak sevdiği kadınla aynı zehir şişesini paylaşan Zweig, gelecekle ilgili tüm umutsuzluğu, yorgunlukları ve yürek acıları ile son nefesini veren Zweig... Kitaplarından önce hayatını, dostlarını, paylaşımlarını, yaşamına dair olabildiğince tüm detayları okumak...Bu şekilde sana dair okuduğum her satır çok daha anlamlı, çok daha derin, çok daha etkileyici. Ve yine Freud...Freud'un Zweig ile olan dostlukları, zaman zaman kitap karakterlerini yaratırken aldığı destek ve onun düşüncelerinden etkilenerek yaptığı analizler. Kitabı okurken bu kadar tanıdık gelmesinden anlamam gerekirdi. Zweig'ın muhteşem psikolojik analizlerinin yine aynı güzellikle kelimelere dökülmesi ve zaman zaman hissedilen hafif bir Freud esintisi. Büyük yeteneklerin birbirlerinden edindikleri ile ortaya çıkan eserlerin eşsizliği ise su götürmez bir gerçek.
     Uzun zamandır Zweig okumaya başlamak istiyordum ancak elimde bekleyen çok kitap vardı. Hala var ama ben dayanamadım ve “Korku” ile başladığım Zweig okumalarım, uykusuz okumalara ve oradan bu “nasıl ifade etsem bilemiyorum” dediğim satırlara dönüştü. Yaptığım en doğru şey önce hayatını okumak oldu ve ilk tavsiyemde ısrarla bu olacaktır. Ancak bu şekilde bir kesimin iç karartıcı olarak ifade ettiği satırların derinliklerini anlamak mümkün.
     Kitap konusu, öyle arka kapak okunup “eşini aldatan bir kadının hikayesi” şeklinde tanımlanamayacak kadar derin. Irene dönemin burjuva sınıfına dahil, bir savunma avukatı ile 8 yıldır evli, 2 çocuk annesi bir kadındır. Bir noktada heyecanını yitirdiğini düşündüğü evliliğini alt sınıftan bir piyanistle kurduğu dostlukla tehlikeye atmıştır. Bir gün sevgilisinin evinden ayrılırken yine alt sınıftan bir kadının onu tanıdığını farkeder. Bu endişe ile yaşadığı ilişkiyi sonlandırma düşüncesi içindeyken aynı kadının şantajları başlayacaktır. Irene bir yandan bu şantajlar nedeni ile psikolojik olarak tamamen dağılırken bir yandan da hayatı, çocukları ve evliliği ile ilgili sorgulamalar içerisine girecektir. Tüm bu konularda yeni farkındalıklar oluşacak ve bunlar Irene'i çok daha çıkmaz bir yola sürükleyecektir.
      Kitap oldukça kısa ancak okumak biraz uzun sürebiliyor. En azından ben bir kerede bitiremedim. Öyle kısa oluşu sizi aldatmasın, kitap, okurken bir an kopup kendi yaşamımıza döndüğümüz, kendi içimize şöyle bir göz atıp Irene'in sorgulamalarına ve farkındalıklarına kendi hayatımızdan karşılıklar bulmaya başladığımız anlar yaratıyor. Bu noktada alışılagelenden uzun bir okumaya neden oluyor. Genel karakter olarak oldukça kasvetli bir havası var. Ama okuyucuyu öyle aşağıya da çekmiyor aksine düşündürüyor. Bir diğer beğendiğim tarafı ise, Zweig'ın, sıradan gibi görünen bu konuyu “bir erkek bir kadının iç dünyasını nasıl bu kadar iyi anlar ve ifade edebilir” diyecek kadar derin ve çok yönlü tahlil etmesi ile oluşan sürükleyicilik. Son satırlara kadar gerilimi arttırarak, son satırlarda ise beklenilenden çok farklı bir sonla bizi karşılıyor Zweig. Çok okumanın da kitap sonlarını tahmin etmeye yetmeyeceğinin en güzel kanıtı olsa gerek.
Piyanist kitabın sayfaları arasında tamamen unutulup gidiyor, haklı haksız, doğru yanlış, iyi kötü tüm değerler ne olduğunu anlamadan yer değiştirmeye başlıyor. En suçlu görünen Irene, bir noktada en derinlerde hissedilen, kendisi için iyi hisler beslenen, kurtarılması için hep bir gelişme beklenen karakter haline dönüşüyor. Kitapta anlatılan bir aldatma hikayesi değil, Irene'in yaşadıkları ile iç dünyasında meydana gelen o inanılmaz çöküşün ilmek ilmek işlenmesi. Hiçbir karakterin fiziksel özellikleri vurgulanmıyor, adı olan sadece Irene ve eşi Fritz. Önemli olan eylemin sonucu ve yarattığı psikolojik yıkım.
     İtiraf edememenin sebep olduğu vicdan azabı, yakalanma korkusundan kaynaklanan o büyük huzursuzluk, herşey ortaya çıktığında olacaklar nedeniyle duyulan kaygı. Aslında tüm bu duyguların özünde olan “KORKU”... Ve bu korkudan kaynaklanan itiraf edememe. Kısır döngü ve yaşamadan bilinemeyecek bir sonu zamana bırakıp beklemek.
     Nasıl bakmak istediğinizle ilgili olduğunu düşündüğüm bir diğer tarafı ise halkın sınıflara ayrılması ile ortaya çıkan farklılıklar ve zaman zaman bunların çeşitli tasvirlerle ortaya konması. Ancak ben daha çok psikolojik yönüne ağırlık vererek okumayı tercih ettiğim için bu kısmı üzerinde çok durmadım. Kitabı okurken bir yerden sonra tüm yan karakterlerin ve detayların unutulması üzerinde durulması gerekeni ister istemez Irene'in iç dünyası yapmakta, yani aslında Zweig bizim yol haritamızı olmasını istediği gibi en baştan şekillendirmiş diye düşünüyorum.
     Zweig'ın bir dönem kendisinde teselli bulmaya çalıştığı Goethe der ki “Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.” Zweig'ın hayatını okurken bu alıntı aklıma geldi. Ne kadar uygun düştü Zweig için. Ve Zweig alıntılarında en çok etkilendiğimse “ bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnız” ifadesi oldu. Zweig okumaya devam edeceğim, tavsiye ediyorum, asla kayıp olmayacaktır.

Keyifli okumalar;
11/09/2019

KİTAPTAN ALINTILAR;


  • Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.”

  • Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa, hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir.”

  • Belki de... Utançların en büyüğü... İnsanın kendine en yakın bildiği kimselere karşı duyduğu utançtır.”

  • Zamanın çoktan sildiği bir hata için cezalandırılabilir miydi insan ?



Orjinal Adı: Angst
Yazar : Stefan Zweig
Sayfa Sayısı : 95
Yayınevi : İndigo Kitap
Yayın Tarihi : 2018
Çeviri : Ogün Duman
Tür : Öykü ( Hikaye)


                                                                                                                  
YAZAR HAKKINDA;

Ülkemizde Satranç adlı kısa öyküsüyle ve psikolojik tahlillerle desteklediği muhteşem biyografi eserleriyle tanınan Avusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı ve gazeteci Stefan Zweig, 28 Kasım 1881 yılında Viyana’da doğdu. Stefan Zweig kitapları birçok türde kendilerinden söz ettirmektedir. Zweig; öykü, roman, ve tiyatro oyunu dışında biyografi ve deneme kitapları da yazdı. Stefan Zweig eserleri arasında ayrıcalıklı bir konumda olan biyografilerde yazar; edebiyat, felsefe ve siyaset alanında öne çıkan isimlerin hayatını kaleme aldı. Bu biyografiler arasında “Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski”; “Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche”; Marie Antoinette, Magellan, Amerigo, Fouche, Erasmus, Stendahl eserleri dikkat çekmektedir Stephen Zweig, II. Dünya Savaşı yıllarında Avusturya’nın İlhakı (Anschluss) neticesiyle Yahudi asıllı olması nedeniyle ülkesinden sürüldü. Sürgündeki ilk hayatına İngiltere’deyken başlayan yazar daha sonra Brezilya’ya gitti ve 2. Evliliğini yaptığı Lotte Altman ile Rio de Janeiro’ya yerleşti. Yazar, Hitler’in getirdiği faşist dünya düzeninin değişmeyeceğini sanarak büyük bir kedere ve umutsuzluğa kapıldı ve eşiyle birlikte intihar etti.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder