“Korku”
yu bitirdikten 2-3 gün sonra okuduğum bu kitapla birlikte Zweig
bende çok daha fazla yer edinmeye başladı.
Bu
kitabında yine kahramanımız bir kadın ve yine oldukça kısa bir
eser. Zweig'ın eserlerindeki sayfa sayılarına takılmamam
gerektiğini “Korku” da net bir şekilde anladım. Çünkü her
anlamda o kadar güçlü ve detaylı tasvirleri var ki, hem
karakterlerin iç dünyalarında ki o inanılmaz derinliğin içinde
hem de tasvir ettiği mekanda hissetmemek mümkün değil. Bu noktada sayfa sayısı önemini tamamen yitiriyor.
Anlatıcımız arkadaşları ile Riviera'da bir pansiyonda kalmaktadır. Daha sonra aralarına, kendisini pekte tanımadıkları ama tanıdıkça hayran kaldıkları genç bir adam katılır. Yine derin ve keyifli sohbetlerin yapıldığı bir akşam büyük bir skandal (!) yaşanır. Pansiyonda kalan, evli ve iki çocuklu bayan Henriette ile herkesi kendine hayran bırakan o genç bey birlikte kaçmışlardır. Bir süre tüm sohbet konuları bunun üzerine olur ve bu süreçte yalnızca anlatıcımız bayan Henriette'i yargılamaz, aksine sonuna kadar savunur. Bu sohbet arkadaşlarının içinde bulunan ve yaşlı bir bayan olan bayan C. ise bu savunma durumundan yola çıkarak yıllarca içinde sakladığı ve kimseyle paylaşamadığı büyük bir sırrını paylaşmaya karar verir. Amacı aslında kendini özgür kılmaktır. Anlatıcımız bunu büyük bir onur duyarak kabul eder ve bu şekilde yine bambaşka bir ruhsal alemin kapıları aralanır. Bayan C. nin eşi öldükten sonra, evde kalmamak için sürekli gezme kararı ile gittiği Monte Carlo'da yolu genç bir kumar düşkünüyle kesişir. Bu karşılaşmayı bir çift ele ne kadar çok anlam sığdırılabileceğini görerek okuyoruz. Ve sonrasında herşeyini kumarda kaybeden bu genç adamın vücut dilinden, kendi ölümüne doğru yola çıktığını anlar. Buna göre göre izin vermek istemez ve onun peşinden gider. Amacı ona yardım etmektir ama vardığı ilk nokta hayatından vazgeçmiş bir adamda yeniden yaşama dönmesi olur. Bir taraf kelimenin tam anlamıyla hayattan vazgeçmişken diğer taraf onda hayatı bulur ve inandığı tüm doğruları, inançları herşeyi bir kenara bırakıp bu hayatı yaşamak ister. Ancak hiçbirşey düşündüğü gibi olmayacaktır.
Anlatıcımız arkadaşları ile Riviera'da bir pansiyonda kalmaktadır. Daha sonra aralarına, kendisini pekte tanımadıkları ama tanıdıkça hayran kaldıkları genç bir adam katılır. Yine derin ve keyifli sohbetlerin yapıldığı bir akşam büyük bir skandal (!) yaşanır. Pansiyonda kalan, evli ve iki çocuklu bayan Henriette ile herkesi kendine hayran bırakan o genç bey birlikte kaçmışlardır. Bir süre tüm sohbet konuları bunun üzerine olur ve bu süreçte yalnızca anlatıcımız bayan Henriette'i yargılamaz, aksine sonuna kadar savunur. Bu sohbet arkadaşlarının içinde bulunan ve yaşlı bir bayan olan bayan C. ise bu savunma durumundan yola çıkarak yıllarca içinde sakladığı ve kimseyle paylaşamadığı büyük bir sırrını paylaşmaya karar verir. Amacı aslında kendini özgür kılmaktır. Anlatıcımız bunu büyük bir onur duyarak kabul eder ve bu şekilde yine bambaşka bir ruhsal alemin kapıları aralanır. Bayan C. nin eşi öldükten sonra, evde kalmamak için sürekli gezme kararı ile gittiği Monte Carlo'da yolu genç bir kumar düşkünüyle kesişir. Bu karşılaşmayı bir çift ele ne kadar çok anlam sığdırılabileceğini görerek okuyoruz. Ve sonrasında herşeyini kumarda kaybeden bu genç adamın vücut dilinden, kendi ölümüne doğru yola çıktığını anlar. Buna göre göre izin vermek istemez ve onun peşinden gider. Amacı ona yardım etmektir ama vardığı ilk nokta hayatından vazgeçmiş bir adamda yeniden yaşama dönmesi olur. Bir taraf kelimenin tam anlamıyla hayattan vazgeçmişken diğer taraf onda hayatı bulur ve inandığı tüm doğruları, inançları herşeyi bir kenara bırakıp bu hayatı yaşamak ister. Ancak hiçbirşey düşündüğü gibi olmayacaktır.
Bayan
C.'nin iç dünyası ve ifadelerinde gördüğüm, hayatımız
boyunca inançlarımızla, çevremizden gördüklerimiz,
öğrendiklerimiz ve deneyimlediklerimizle çizdiğimiz o keskin
çizgilerin bir anda nasıl kaybolabildiği oldu. Tüm o mutsuzluğu
ve kaçışlarına, içinde uyanan tutku ile kendince bir son vermek
istediğinde ise o çizgilerin onu muhtemelen tehlikelerden nasıl
koruduğuda insanı ikilemde bırakan yanı sanırım. Güvenli
bölgede kırılmadan süren bir yaşam mı ? Duyguların peşinden
gidip risk almak mı? Bu soruya bir cevap aramıyor kitap, bunlar
benim sorularım oldu. Bayan C. için bir diğer ihtimal bu adamı
kaderine terketmek olacaktı ama o zamanda mutlaka farklı biri
olarak yaşayacaktı. Yaşadığımız her kötü olay bizden
birşeyleri eksiltirken aslında başka şekillerde katkı sağlıyor.
Ve tam tersi içinde geçerli bu tabi. İşte böyle, kitabın konusu
geçmişte bir anısını anlatan yaşlı bir kadın gibi görünürken
insan kendini değişik sorular içinde buluveriyor. Kesinlikle
Zweig'ı sevmemin en büyük nedenlerinden biri bu. Bir diğer
nedense kesinlikle tasvirlerindeki derinlik ve yarattığı gerçeklik
hissi.
Korku'yu
okurken, Zweig'ın, bir kadının iç dünyasına bu denli hakim
oluşuna, bu denli iyi tanımlayıp ifade edişine gerçekten hayran
kalmıştım. Bu eseriyle birlikte bu hayranlığı katlamış
olabilirim. Tamam, karmaşık görünebiliriz ama bilimsel olarak
bakınca öngörülemez ya da anlaşılamaz değiliz. Zweig ise tüm
bu profesyonel tanımları aslında anlayabileceğimiz şekilde ve
satırlar süren tasvirlerle anlatıyor. Bana, bayan C. nin kalbini,
ruhunu tüm detaylarıyla bu kadar güzel açabilmesi kesinlikle
gerçek bir yetenek olduğunun göstergesidir.
Ayrıca
son bir detay eklemek isterim ki bence önemli; yazıldığı
tarihlere baktığımızda gerçekten çağının ötesinde bir fikir
insanı olduğu oldukça açık diye düşünüyorum. Aldığı
felsefe eğitimininde bunda kuşkusuz rolü vardır. Bu eserde,
cinsellik konusunun ahlak kuralları dışında tutulup
öznelleştirilmesi, kişi tercihlerine saygı duyma boyutunda
ifadesi ve cinsiyetçilik karşısında duruşu, yazıldığı tarih
düşünüldüğünde oldukça etkileyici bir bakış açısı ve
düşünce şeklidir.
Ruhlarımızdan,
kalplerimizden, duygularımızdan, dünyalarımızdan birşeyler
bulabileceğimiz; bizden... Yargılamadan, olduğu gibi, yazdığı
gibi, hissettirdiği gibi...
Keyifli
okumalar.
18/09/2018
Yazar
: Stefan ZWEIG
Sayfa
Sayısı : 96
Yayınevi
: İndigo Kitap
Yayın
Tarihi : 2018
Çeviri
: Ogün Duman
Tür
: Öykü
ALTINI
ÇİZDİKLERİMDEN;
- "Bir kadının,hayatının bazı anlarında istemeden ve farkında olmadan bazı gizli güçlerin esiri olabileceği gerçeğini reddetmesinin altında; insanın kendi iç güdülerinden,doğasındaki şeytanlıklardan korkmasının yattığını, bazı insanların kendilerini "kolay baştan çıkarılanlar"dan daha güçlü,daha namuslu,daha temiz hissetmekten zevk aldıklarını söyledim."
- "Ben şahsen bir kadının özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılmasını, genellikle alışılageldiği üzere, kocasının kollarında onu kapalı gözlerle aldatmasından daha dürüst bulurum."
- "Tüm acılar korkaktır, kendisinden daha güçlü olan yaşama isteği karşısında geri çekilir, çünkü bedenimizin her hücresinde yerleşmiş olan yaşama isteği, ruhumuzdaki ölüm tutkusundan çok daha güçlüdür.”
- “Beklenmedik şeyler yaşamış bir insan için ‘imkânsız’ sözcüğünün anlamı kalmamıştır.”
- “belirli bir hedefi olmayan her hayat bir hatadır.”
- “Minnettarlık, insanlarda bu duyguyu görmek çok enderdir ve özellikle en çok minnet duyan insanlar bu minnetlerini ifade edemezler, şaşırmış bir şekilde susarlar, utanırlar ve bazen duraklarlar, duygularını saklamak için.”
- “Kibirle, şımarıkça, ruh, fikir, duygu dediğimiz, ıstırap dediğimiz şeylerin aslında ne kadar da zayıf, zavallı, acı veren şeyler olduğunu korkuyla hissediyorum, çünkü bunlar en üst düzeyde bile olsa acı çeken, kıvranan insan bedenini tamamen yok edemiyor.”
- “Beni o kadar çok yaralayan şey, hayal kırıklığıydı.”
- “Bir yüreğin adamakıllı sarsılabilmesi için her zaman ille de kaderin güçlü bir tokadı ya da her şeyi sert bir şekilde söküp atan bir güç gerekmez; hatta gelişigüzel nedenle yıkımı yaratmak, kaderin ele avuca sığmaz heykeltıraş isteğini tahrik eder. Biz insanoğlu, kendi anlaşılmaz dilimizde bu ilk hafif dokunuşlara bahane deriz ve onun o küçücük cüssesiyle çoğu zaman muazzam etkili gücüne şaşar kalırız; fakat bir hastalık nasıl sinsice ortaya çıkarsa, bir insanın kaderi de ancak her şey gözle görülür hale geldiğinde ve olaylar başladığında kendini belli eder. Kader, yüreğe dıştan dokunmadan çok önce beyinde ve kanda içten içe ilerler her zaman.”
YAZAR
HAKKINDA;
Ülkemizde
Satranç adlı kısa öyküsüyle ve psikolojik tahlillerle
desteklediği muhteşem biyografi eserleriyle tanınan Avusturyalı
roman, tiyatro, biyografi yazarı ve gazeteci Stefan Zweig, 28 Kasım
1881 yılında Viyana’da doğdu. Stefan Zweig kitapları birçok
türde kendilerinden söz ettirmektedir. Zweig; öykü, roman, ve
tiyatro oyunu dışında biyografi ve deneme kitapları da yazdı.
Stefan Zweig eserleri arasında ayrıcalıklı bir konumda olan
biyografilerde yazar; edebiyat, felsefe ve siyaset alanında öne
çıkan isimlerin hayatını kaleme aldı. Bu biyografiler arasında
“Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski”; “Kendi
İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche”;
Marie Antoinette, Magellan, Amerigo, Fouche, Erasmus, Stendahl
eserleri dikkat çekmektedir Stephen
Zweig, II. Dünya Savaşı yıllarında Avusturya’nın İlhakı
(Anschluss) neticesiyle Yahudi asıllı olması nedeniyle ülkesinden
sürüldü. Sürgündeki ilk hayatına İngiltere’deyken başlayan
yazar daha sonra Brezilya’ya gitti ve 2. Evliliğini yaptığı
Lotte Altman ile Rio de Janeiro’ya yerleşti. Yazar, Hitler’in
getirdiği faşist dünya düzeninin değişmeyeceğini sanarak büyük
bir kedere ve umutsuzluğa kapıldı ve eşiyle birlikte intihar
etti.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder