ZAHİR / PAULO COELHO

Kaybedecek daha fazla bir şeyim kalmadığında, bana her şeyi verdiler. Ben olmayı bıraktığımda kendimi buldum. Rezil olduğumda ve hala yürümeye devam ettiğimde kendi kaderimi seçmekte özgür olduğumu anladım. Belki de bende yanlış olan bir şey var, bilmiyorum, belki evliliğim biterken bile anlamadığım bir düştü... Bütün bildiğim onsuz yaşayabildiğim halde hala onu yeniden görmek, birlikteyken hiç söyleyemediğim şeyleri söylemek istediğim: Seni kendimden bile çok seviyorum. Eğer bunu söyleyebilirsem o zaman kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı.." Kitaptan Alıntı

        Paulo Coelho'nun hemen hemen tüm kitaplarını büyük bir keyifle okudum. “Simyacı” , “Şeytan ve Genç Kadın” ve “Veronika Ölmek İstiyor” adlı kitapları favorilerimdi. Zahir ise, uzun zaman önce okuduğum, ilk aldığımda kitaplığımda bir kaç ay beklemiş olan bir kitap. Neden bir türlü başlayamadım bilmiyorum ama tüm kitaplarım gibi aşkla aldığım ancak nazlanarak okumaya başladığım bir kitap oldu. Okumamın üzerinden yıllar geçti, yorumlamak için üzerinden geçerken bir anda, her detayı hatırlayıverdim diyebilirim. Bu kitap; aşkı, adanmayı, evliliği, arayışı, içsel yolculuğu ve sorgulamaları ile hayatınıza yeni bir pencere açacak kadar iyi!
       Kahramanımız ünlü ve zengin bir yazardır. Bir gün savaş muhabiri olan eşi Esther ortadan kaybolur. Eşi onu terk mi etmiştir, kaçırılmış mıdır,ölmüş müdür hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Ardından eşini iyi tanıyan ve onu son gören, Mikhail ile Zahir'ine doğru uzun ve kendi içinde sıradışı bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk boyunca sürekli geçmişe dönüşlerle eşi ile olan diyalogları ve ilişkilerini düşünür. Birbirinden farklı ülkelerde, farklı insanlarla tanışır. Her tanıştığı insanla birlikte kaybolan eşini başka yönleriyle tanıma şansı bulur. Onun neler yaşadığına ve iç dünyasına dair aslında bilmediği ve farketmediği ne çok şey olduğunu görür. Tüm bu topladığı bilgiler ve iç hesaplaşmaları ile eşini arayışı, bir noktadan sonra kendini ve hayatını sorgulamaya döner. Ve kendisini de yeniden tanıma ve tanımlama noktasına gelir. Artık ne kendisine ve kendi hayatına, ne de evliliğine ve eşine bakışı aynı değildir. Onu bulmalı ve yepyeni varlığı ile ona hislerini anlatmalı, kendince artık rahat etmelidir.
       Esther aslında mutluluğu ve hayatının anlamını bulmaya çalışan bir kadın. Eşini, tüm ilişkileri boyunca desteklemiş ve yanında olmuş ama bir türlü kendisini ifade etme şansı bulamamış, günlük koşturmacalar içinde sürekli ertelenmiş bir kadın. Bu noktada onun bu cesur davranışına hayran olmamak elde değil...Ve ona böylesine bağlı, açık yürekli, cesur, sorgulamaktan ve değişmekten korkmayan bir erkek modeli ile çok iyi iki karakter üzerine kurulu başarılı bir roman. Paulo Coelho'nun tüm kitaplarında bir sorgulama, bir hayatı anlamaya çalışma, içsel yolculuklar hep vardır. Bu şekli ile bakıldığında aslında tam bir Coelho klasiği diyebilirim. Diğer kitaplarını da okuduğum için tanıdık, bildik bir tadı vardı hikayenin...Bu şekliyle çok orijinal bir kitap okuyacaksınız diyemem ama henüz yazar ile tanışmadıysanız farklı bulabilirsiniz. Kitapta bir iyilik bankası kavramı var ki bunu da çok sevdim. Okuduğunuzda anlayacaksınız :)
       Her ne kadar nazlanarak kitaba başlamış olsam da, okumaya başlayınca akıp gitti diyebilirim. Yazar, kahramanı üzerinden oldukça başarılı ve yerinde sorgulamalarla bizi de kitabın içine alıveriyor. Bu yönüyle oldukça güçlü bir anlatıma sahip. Eğer cümlelerin altlarını çizerek okuyorsanız bu konuda da oldukça zengin bir içeriği var. Kitabın büyük kısmının altını çizdiğimi gördüm :) Kapak çalışması ise, sanki biraz ağır ve yalnız bir yolculuk olacak hissi verse de aslında oldukça akıcı bir anlatım ve yol arkadaşları ile tanışınca bir rahatlama hissi yaratıyor ki bunu sevdim.
       Kitap, Portekizce yazılmış ve ilk olarak Farsça olarak İran'da yayınlanmıştır. Ancak Tahran Kitap Festivali sırasında yasaklandığı ilan edilmiştir. Dünya genelinde 44 dile çevrilmiş ve haftalarca çok satanlar arasında yer almıştır. 2005 yılında yayınlandığını düşünürsek muhtemelen sevenleri tarafından mutlaka okunmuştur ama okumayanlar için tavsiye edebileceğim iyi bir kitap. 28/02/2016
Şimdiden keyifli okumalar, sevgilerimle...



Zahir kelime anlamı: Arapçabir kelime ola zahir; görünen, açık olan, anlaşılan anlamlarına geliyor. Yazar kitapta bu ifadeyi güçlü bir arzu, bir saplantı olarak kullanıyor.



Altını Çizdiklerimden Alıntılar:

  • Hatırlıyorum da, yıllar önce, birisi bana yaşamım boyunca sahip olduğum sevgililerim arasında bir ortak payda olup olmadığını sormuştu. Yanıt basitti: BEN. Ve bunu fark ettiğimde doğru insanı aramak için ne kadar zaman kaybettiğimi gördüm.”

  • Esther insanların neden üzgün olduğunu soruyor. ' Çok basit' diyor yaşlı adam. ' Kendi hikayelerinin tutsağı onlar. Herkes yaşamın asıl anlamının bir planı izlemek olduğuna inanıyor. Bu planın kendi planları mı olduğunu yoksa bir başkası için mi yapıldığını asla sorgulamıyorlar. Deneyimler, anılar, diğer insanların fikirlerini, ve daha birçok şeyi topluyorlar ve bu belki de başa çıkabileceklerinden çok daha fazla oluyor. Ve işte bu nedenle hayallerini unutuyorlar.”

  • Yanlış dostlar sadece zor zamanlarda üzgün destekleyici yüzleriyle ortaya çıkıyorlar, aslında bizim acımız onların mutsuz yaşamlarında bir anlamda teselli görevi görüyor.”


  • Biz insanların iki sorunu var: Birincisi ne zaman başlamak gerektiğini, ikincisi ise ne zaman duracağını bilmemek.”

  • İranlı bir bilgenin dediği gibi: Aşk kimsenin kurtulmak istemediği bir hastalıktır. Buna yakalananlar asla iyileşmek ve bu yüzden acı çekenler de tedavi olmak istemezler.”

  • Aşk evcilleştirilmiş bir güçtür. Onu kontrol etmeye çalıştığımızda bizi yok eder. Onu hapsetmeye çalıştığımızda o bizi esir alır. Onu anlamak için çabaladığımızda kendimizi kaybolmuş ve şaşkına dönmüş hissetmemizi sağlar.”

Orjinal Adı: The Zahir
Yazar : Paulo Coelho / 1947 - Brezilya
Sayfa Sayısı : 316
Yayınevi : Can Yayınları
Yayın Tarihi : 2005
Çeviri : Ayşegül Hatay
Tür : Roman

                                                                                                                                                                                
YAZAR HAKKINDA
Paulo Coelho, 24 Ağustos 1947 Brezilya doğumlu roman ve şarkı sözü yazarıdır. Kitaplardan önce şarkı sözü yazarı olarak tanınan Coelho, 1986 yılında “Hac” isimli kitabını yayınladı. Ardından 1988 yılında yayınladığı “Simyacı” adlı kitabı, 42 ülkede,26 dilde yayınlanarak eşsiz bir başarı sağladı ve yazara dünya çapında bir ün getirdi. Ayrıca Gabriel Garcia Marguez'den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar oldu.Kurmuş olduğu Paulo Coelho Enstitüsü ile ülkesindeki yoksul çocuk ve yaşlılara yardım etmektedir. Aynı zamanda UNESCO'nun Kültürlerarası Diyaloglar programında danışman olarak görev yapmakta olan Coelho bir çok saygın ödülünde sahibidir. Yaşamına Rio De Janerio'da devam etmektedir. 
Devamını oku »

KÜÇÜK SURAT / SOPHIE HANNAH

Çocuğunu kurtarmak için sınırları zorlayan bir anne...Tüyler ürpertici bir psikolojik gerilim...”Arka Kapak

       Yıllar önce okuduğum, hem hikayede bir bebek oluşundan,hemde kurgunun sürekli şaşırtan ve beklenmedik oluşundan ve tabi yazarın ters köşeye yatıran son'undan sonra oldukça etkilendiğimi hatırlıyorum. Şimdi, arşivim için yorumlarken şöyle bir göz atınca da hızlıca tekrar aklımda canlandı. Demek ki öyle kolay kolay unutulacak bir içerik yok ya da ben o zamanlar okurken, oldukça iyi bir canlandırma yapmışım aklımda :)
       Alice Fancourt, yeni doğum yapmış ve bir kızı olmuştur. Doğumdan iki hafta sonra biraz nefes almak ve kayıvalidesinin ona doğum hediyesi olarak verdiği bir klüp üyeliğini değerlendirmek için evden ayrılır. Bu süreçte evde eşi David ve görevliler vardır. Klüpten sonra eve dönen Alice hiç ummadığı bir şeyle karşılaşır. Kızı Florance uyuyordur ve onu görmek ister,odasına gittiğinde ise onun kendi bebeği olmadığını farkeder. Daha sonra buna hem eşini hemde çevresindekileri ve polisi inandırmak zorunda kalacağı uzun ve zorlu bir yolculuk başlayacaktır. Son sayfalarda ise yazar, gerçekten beklenmedik bir şekilde konuyu bağlamış ve kitabı bitirmiş.
       Kitap ilk sayfasından son sayfasına kadar oldukça sürükleyici yazılmış. Bölüm bölüm ilerleyen kitapta, bir bölümde evde ya da Alice'in iç dünyasında bir bölümde polis karakolunda oluyorsunuz. Ancak bu geçişler ustaca yapılmış ve hikayeden kopmadan size kaldığınız yerden devam etme şansı veriyor. Sürekli olarak ben olsam diye başlayan bir iç sesle mücadele ederek okuyorsunuz. Alice ile kitap boyunca koşturuyor,ağlıyor,güçlü durmaya çalışıyorsunuz ama son sayfalarda her şey başka bir boyut kazanıyor...
Kitabın anlatımı ve dili gayet iyi. Sürükleyiciliğini zaten belirtmiştim. Çeviri ya da baskı hatası olduğunu düşündüğüm bir kaç hata var ancak konu bütünlüğü içerisinde öyle çok takılmadım.
       Gerilim türünden hoşlananlar için özellikle de, kansız,vahşetsiz,cinayetsiz gerilim türünden hoşlananlar için oldukça iyi bir kitap. Hem uyandırdığı merak duygusu hemde şaşırtan sonu ile okunası bir kitap olduğunu düşünüyorum. 14/12/2015
Şimdiden keyifli okumalar dilerim...
Sevgilerimle :)



Orjinal Adı: Little Face
Yazar : Sophie Hannah / 1971 - İngiltere
Sayfa Sayısı : 278
Yayınevi : Doğan Kitap
Yayın Tarihi : 08/2008 – 1.baskı
Çeviri :Pınar Aslan
Tür : Roman / Psikolojik Gerilim

                                                                                                                      
Yazar Hakkında;
Sophie Hannah 1971 Manchester doğumludur. Eğitimi Manchester Üniversitesinde tamamlayan Hannah, Metropolitan Üniversitesi Yazı Okulunda dersler vermektedir. 1995'te Eric Gregory ödülünü alan yazarın psikolojik gerilim türündeki kitapları bir çok ülkede farklı dillere çevrilerek yayınlanmış ve çok satanlar listesine girmişlerdir.



Devamını oku »

YABAN KUĞULARI / JUNG CHANG

       1991'de yazıldığından bu yana tüm dünyada 14 milyondan fazla sattı. Çin'de yasaklı olan bu kitap, Mao dönemindeki sosyal yaşama,yaşananlara, Kültür Devrimi'nin insanlar üzerindeki etkilerine bambaşka bir gözle bakma şansı veriyor. İlk elden denilebilecek kadar hayatın içinden, yazarın,annesinin ve anneannesinin hayat hikayeleri ile tarihin muhteşem örgüsü...Amerikalı bir tarihçinin 12 milyon olarak belirttiği ölümler, eğitimsiz,gruplaşmış ve bölünmüş bir nesil,açlık ve yoklukla verilen hayatta kalma mücadelesi...Destansı denilebilecek kadar büyük ve gerçek!
       Yazar Jung Chang'un anneannesinin, henüz 15 yaşında iken bir emniyet müdürünün odalığı olması ile başlayan ilk sayfasından itibaren hem Çin'in geçmiş tarihine hemde içinde bulunduğu dönem bilgileri ile başlar. Anneannesinin dönemi ve yaşananlar ile annesinin doğumu, ardından annesinin yaşadıkları ve büyüyüp komünist partiye katılarak verdiği mücadeleye geçiyor. Annesinin izinden giden Jung Chang, 14 yaşında kızıl muhafızlara katılarak Mao'nun başlattığı Kültür Devrimi karşısında milyonlarla birlikte direnmeye devam eder. Kültür Devrimi ile ailesi Mao tarafından hedef gösterilmiş, tüm varlıklarını kaybetmişler ve acımasızca dışlanma ve aşağılanmaya maruz kalmışlardır. Onlarla birlikte milyonlarca insan aynı şeyleri yaşamaktadır ve çok daha kötüsü, büyük kısmı açlıktan ölmektedir.
       Bir devrin,bir neslin,bir ailenin yok oluşunu sayfa sayfa okurken, gerçekliğinin altında acı ile ezileceksiniz. Okunması her mana da zor bir kitap. İçerdiği detaylar ve tarihi bilgiler nedeni ile daha çok bir tarih kitabı okuyor gibi hissettirirken, aynı anda işlediği hayat hikayeleri ile kitaba bağlılığı ve akıcılığı çok iyi dengelemiş olduğunu düşünüyorum. Tarihi gerçek hayatlar üzerinden okumayı seviyorsanız bu detaylar kesinlikle sıkıcı gelmeyecektir.
       1998 yılında okuduğum bu kitabın, içerdiği bilgilerle, her ne kadar edebiyat dışı olarak tanımlansa da oldukça değerli bir eser olduğunu düşünüyorum. En çok korkulan ve en çok yasaklanan kitaplardan biri olması bence gerçekliği ve içerdiği bilgilerle ne kadar değerli olduğunun en önemli göstergelerinden biri.
       Kitabın dili ve anlatımı oldukça akıcı ve anlaşılır. Çoğunlukla isimleri aklımda tutmakta zorlandığımı söyleyebilirim, alışkın olmadığımızdan dolayı olduğunu düşünüyorum. Kitabın girişine aile ağacı konulmuş ki okurken ara ara kim kimdi diye bakabilmek iyi oldu.
Devamında ise bir kronoloji kısmı var, burada hem yazarın ailesi hemde Çin'i genel olarak görmek mümkün. Bu kısmı, ailenin yaşadıkları ile dönemin olayları ilişkilendirirken oldukça yararlı oluyor. Ve son sayfalarda ise büyükbabadan başlayarak aile fotoğraflarına yer verilmiş. Bu fotoğraflara kitaba başlamadan önce mutlaka bir bakın ve okuduktan sonra tekrar bakın. Artık onları tanıyor olduğunuzu hissedeceksiniz. Kitap kapağı aslına sadık kalınarak hazıranmış ve ben çok sevdim. Üç kadın kahramanımızı bir arada görmek, gerçekten varolduklarını ve bunları yaşadıklarını bilerek okumak çok başka bir duygu. Kitabı elimden her bıraktığımda fotoğraflara tekrar tekrar baktığımı ve yaşadıkları ile onları yanyana koymaya çalıştığımı anımsıyorum. Onlar gerçekten güçlü kadınlarmış...


        Hem tarih okumayı, hem gerçek hayatları okumayı sevenler için gerçekten muhteşem bir kitap. Mao döneminde yaşananlar için ise oldukça iyi bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Bu kitabı okumuş olmanın tecrübe ve tarih anlamında bana oldukça katkısı olduğuna inanıyorum. 
        Almanya'nın Hitler'inden sonra Çin'in Mao'sunu da daha yakından tanımış olduğumu düşünüyorum. Tüm bu yaşananları alıp kendi tarihimizin yanına koyduğumda Atatürk'ün ne kadar büyük bir şans olduğunu her defasında görüyorum. Elinde dikdatör olmak gibi, tek lider olmak gibi bir lüks varken onun demokrasiyi getirmiş olması, yönetimi halkına vermesi ne kadar büyük bir şans. Keşke herkes bunun farkına varabilse...Böylesi acılar yaşamamış bir millet olarak kalmak umuduyla...22/02/2016
Keyifli okumalar ve sevgiler...


Orjinal Adı: Wild Swans: Three Daughters of China
Yazar : Jung CHANG – 1952/Çin
Sayfa Sayısı : 494
Yayınevi : İnkılap Kitabevi
Yayın Tarihi : 1994
Çeviri : Mehmet Harmancı
Tür : Roman / Tarih / Otobiyografi

                                                                                                                                                                                
YAZAR HAKKINDA;
25 Mart 1952 yılında Çin'de doğan İngiliz yazar şu anda Londra'da yaşamaktadır. Yaban Kuğuları adlı otobiyografisi ile dünya çapında 10 milyondan fazla satış yapmıştır. Son olarak , Çinli lider Mao'nun biyografisi olan “Mao Zedong : Unknow Story” 832 sayfalık kitabı yayınlamıştır. İrlandalı bir tarihçi olan Jon Halliday ile evlidir. 
Devamını oku »

SİL BAŞTAN / KEN GRIMWOOD

Hayatınızı tekrar,tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalsaydınız...” Kapak Yazısı

       2 Sene önce okuduğum ve yazar ile tanıştığım ilk kitabı. 1986 yılında yazılmış, tıpkı “Zaman Çarkı” gibi, zamanının ötesinde bir eser olduğunu düşünüyorum. Bu kitap benim için, çok keyifli ve çok özel bir deneyim oldu. Konusu,hikayenin insanı sarıp sarmalayan ve alıp götüren kurgusu,karakterlerin yaşadıkları ve hissettirdikleri...Bir miktar “Geleceğe Dönüş” serisini, biraz da,her daim hayranı olduğum Sandra Bullock'un oynadığı “Sıradışı”filmini anımsatsa da kitap okumanın tadı ve yeri her zaman farklıdır diyorum...
       Jeff Winston, 43 yaşındayken 18 Ekim 1988 yılında ölür. Gözlerini açtığında artık 18 yaşındadır ve geçmiştedir. Kendisine bir şans daha verildiğine inanarak,yeniden yaşamaya başlar. Daha önceki hayatından bahisleri ve yarışların sonuçlarını bildiği için zengin olur. Büyük yatırımlar yapar, bir eşi ve bir kızı olur ve yine aynı yaş ve aynı tarihte yine ölür. Bu hayatında daha temkinli davranan Jeff, öleceği zaman geldiğinde bir hastaneye gider ve bundan kurtulmak için uğraşır ancak herşeye rağmen yine aynı tarih ve saatte ölür...En son ölüp yeniden başladığından biraz daha ileri bir zamandadır. Yine başa dönmüştür ve artık onun için hiçbir şey aynı olmayacaktır.
       Jeff'in her hayata dönüşü ondan bir şeyler götürmüştür. Garip bir kısır döngünün içine sıkışan Jeff, yaşadığı hayatların hepsinde tüm varyasyonları deniyor. Kitabın oldukça sürükleyici ve merak uyandıran bir kurgusu var. Sürekli başa dönüşü sıkıcı olabilir diye düşünmeyin, her defasında farklı yaşamlar ve farklı tercihler yaptığı için sıkıcı ya da beklenti dahilinde gelişmiyor.
       Yazar, hem konu,hem kurgu hem de bakış açısı olarak gerçekten çok iyi bir yaklaşım sergilemiş. Anlatım gayet anlaşılır ve sürükleyici. Konu bütünlüğü çok iyi sağlanmış ve insanı düşünmeye itiyor. Düşündüren ve sorgulatan kitaplar iyi kitaplardır.
       Ya ben olsam sorusu doğal olarak en çok sorulan soru. Ben de düşündüm tabi ki, bir çok kere şansı olurken insanın,kaçında, ne kadar hata yapabilir diye ama kendimce vardığım sonuç; kaç kere yaşarsak yaşayalım her defasında farklı bir tercih yapsak bile, bunun sonuçları da her defasında değişecektir ve biz hep hazırlıksız olacağız sanırım...
       Biraz fantastik, biraz psikolojik ve sürükleyici bir kitap okumak isterseniz iyi bir seçenek olacağını düşünüyorum. 
Merakla ve oldukça keyif alarak okuyacaksınız. 11/12/2015
Sevgilerimle...


Orjinal Adı: Replay
Yazar : Ken Grimwood / 1944 - ABD
Sayfa Sayısı : 361
Yayınevi : Koridor Yayıncılık
Yayın Tarihi : 01/2010 – 1.baskı
Çeviri : Seçil Ersek
Tür : Roman / Fantastik

                                                                                                                                                                                

YAZAR HAKKINDA;
        Kenneth Milton Grimwood, 27 Şubat 1944 yılında ABD'de doğdu.1961 de İndian Springs'den mezun oldu. Daha sonra Bard Collage'da psikoloji eğitimi aldı. Bir radyoda editörken kitaplarını yazmaya başladı. Bir kez evlenmiş,hiç çocuğu yok ve hayatını çoğunlukla yalnız geçirmeyi tercih etmiş bir yazar. 6 Haziran 2003 yılında 59 yaşında, "Replay" adlı kitabının devamı üzerinde çalışırken evinde geçirdiği bir kalp krizi neticesinde hayatını kaybetmiştir.
Devamını oku »

MELEKLER VE ŞEYTANLAR / DAN BROWN


İnsan aklı, bedeninden daha büyük acılar çekebilir.” Kitaptan alıntı.

Yazarın “Da Vinci Şifresi” ni okuduktan sonra diğer kitaplarını okumak benim için kaçınılmazdı. Biz, Da Vinci Şifresi ile yazarı tanımıştık ama ondan öncesi “Melekler ve Şeytanlar” isimli bu kitaptı. Bende sonradan öğrendim. Bu kitabı okuduktan sonra gerçek anlamda bir şaşkınlık yaşadım. Brown'un tüm kitaplarını okudum ve “Melekler ve Şeytanlar” bana göre onun baş yapıtı olabilecek bir diğer kitap. Tabi zevkler tartışılmaz ama şahsen ben bu kitabın hayranıyım ve üzerine tanımıyorum. Okuduğum en iyi 10 kitabı seçmem gerekse, kesinlikle bu kitap orada yer alacaktır.
Arka kapak yazısında yer alan bir ambigram, soldan sağa ve ters çevrilip okunduğunda aynı şekilde okunuyor. Kitabın düğüm noktasının bu olduğu belirtiliyor.   


       Robert Langdon bu defa, Katolik kilisesinin inançlarını kötüleyerek bilimi yücelten İlluminati tarikatı ile karşı karşıyadır. Evinde uyurken aldığı bir telefonla işlenen bir cinayeti ve kurbanın göğsüne bir sembol dağlandığını öğrenir. Bunun üzerine İtalya'nın yolunu tutan Langdon çalınan karşı madde isimli buluşun Vatikan'ın altına saklandığını öğrenir. Vatikan'da aynı zamanda yeni papanın seçimi olacaktır ve İlluminati 4 papa adayını kaçırır. Üstelik her saat başı bir papa adayını öldüreceğini ve geceyarısı Cern'den çaldıkları karşı madde ile Vatikan'ı yok edeceklerini bildirirler.
Langdon ve yeni arkadaşı İlluminatinin peşine düşer ve kaçırılan papa adaylarını bulup Vatikan'ı kurtarma mücadelesine girişirler. Bu macera Vatikan'ın kütüphanelerinde,gizli geçitlerinde,Roma sokaklarında,kiliselerde ve katakomblarda geçecektir. Ve yine bıçak sırtı bir okuma hali bizi bekler...
       Mekanların gerçek oluşu kitabı daha etkileyici yapıyor. Tasvirleri o kadar iyi ki gözünüzde canlandıramamanız mümkün değil. Langdon ile birlikte Vatikan'ın içinde dolaşma,yine bir çok sanat eseri hakkında bilgi edinme, Roma'yı belki de hiç akla gelmeyecek şekilde tanıma ve değerlendirme şansının yanı sıra nefes nefese bir macera da kitabın bonusu olmuş kesinlikle. Sürekli bir bilgi bombardımanı, sürekli bir macera, beklenmedik karakterlerden beklenmedik ifadeler ve girişimler. Olağanüstü bir şekilde 574 sayfa boyunca dikkatim hat safhada kitabı okuyabildim. Bu bir yazar için kesinlikle büyük başarı. Bir sonraki sayfayı da okuyayım,ama burda bırakamam derken kitap bitiveriyor ve yine Brown'a yakışır bir şekilde ters köşeye yatırdığı bir sonla final yapıyor. Kitabı bu kadar sürükleyici yapan unsurlardan en önemlisi bir zaman sınırı olması. İlluminatinin 4 saat verdiği açıklaması ile kitap inanılmaz bir hızla akmaya başlıyor.
       Kesinlikle ciddi araştırmalar ve müthiş bir zekanın ürünü olduğunu kitabın ilk sayfalarından sonuna kadar hissediyorsunuz. Böyle bir kurgu ve hikaye nasıl bu kadar iyi tasarlanabilir,inanılmaz. Tüm bu tasarım içinde sanat ve tarihe istinaden edindiğimiz bilgiler yanımıza kar kalıyor o ayrı :)

       Bu kitabında bir film uyarlaması oldu ve tabi ki yine başrolde Tom Hanks oynadı. Bu kadar sürükleyici ve temposu üst düzey bir kitabı film olarak izlediğinizde kesinlike aynı tadı alamıyorsunuz onu anladım. Film Da Vinci Şifresi filmine oranla daha sürükleyici olsa da kitaptaki o bıçak sırtı hissi ve karşı konulmaz sonraki sayfaya geçme hissini tabi ki veremiyor. Bazı kitaplar sadece kitap olarak kalmalı diye düşünüyorum, ticari kaygılarla hareket edildiğinde, kitaptan belki de çok daha fazla keyif alacak olan bir kitleyi kaçırıyorlar...

Film Afişi

       Henüz okumadıysanız ve Dan Brown'un dehasını tam anlamıyla görmek isterseniz bu kitabını okumalısınız. Kurgu ve gerçeklerin iç içe geçtiği,olabilecek en cezbedici,en merak uyandırıcı şekilde harmanlandığı bu kitap, kesinlikle okunmaya değer... 25/12/2015
Şimdiden keyifli okumalar ve seyirler dilerim. Unutmayın, önce kitap!
Sevgilerimle .


Orjinal Adı: Angels & Damons
Yazar : Dan Brown / 1964 - ABD
Sayfa Sayısı : 574
Yayınevi : Altın Kitaplar
Yayın Tarihi : 05/2004
Çeviri : Petek Demir
Tür : Roman / Polisiye

                                                                                                                                                                                

YAZAR HAKKINDA;
22 Haziran 1964 yılında Amerka'da doğan Dan Brown, Başkanlık ödülü kazanmış matematik profesörü bir baba ve ilahiyat sanatçısı olan bir annenin oğlu olarak bilim ve din gibi felsefelerin egemen olduğu bir ortamda büyüdü. Eğitim hayatından sonra bir süre okuduğu okulda İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra şifre çözme ve gizli örgütlere duyduğu ilgi üzerine, 1996 yılında ilk romanı olan “Dijital Kale” yi yayınladı. Ardından 2000 yılında, içinde bulunduğu bilim,din paradoksundan esinlenerek kaleme aldığı “Melekler ve Şeytanlar” adlı kitabını yayınladı. 2001 yılında yayınladığı, tekno-gerilim türündeki sayılı eserlerden biri olan “İhanet Noktası”nda politikada ahlak,gizli teknoloji gibi konuları işledi. Büyük babasının mason olduğunu açıklayan Brown'un 2009 yılında yayınladığı “Kayıp Sembol” adlı kitabında masonları işlemiş olmasının nedeni buna bağlanmıştır. Son olarak 2013 yılında “Cehennem” adlı kitabını yayınlayan Brown hala Amerika'da yaşamaya devam etmektedir. Sanat tarihçisi ve ressam olan eşi Blythe, araştırmalarına yardımcı olmakta ve kitaplarına fon sağlamaktadır.
www.danbrown.com




 


Devamını oku »

ELVEDA GÜZEL VATANIM / AHMET ÜMİT

Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır.” (Kapak yazısı)

     Ahmet ÜMİT’in merakla beklenen son kitabı aralık ayında okuyucusuyla buluştu. Ahmet ÜMİT benim daima severek takip ettiğim ve her kitabını heyecanla beklediğim yazarlardan. Ele aldığı konularla ve bu konuları aktarırken içinde verdiği (genellikle tarihi) bilgilerle benim her zaman beğenimi kazanmıştır. (Tarihi romanları ve cinayet romanlarını her zaman sevmişimdir. Ahmet ÜMİT’te bu iki konuyu bana göre en iyi bütünleştiren Türk yazarlarımızdan) Bu romanıyla da benim favori listemdeki yerini perçinledi diyebilirim.

     Romanımızın ana karakteri Şehsuvar Sami. Şehsuvar Sami; Selanikli, kendini devletini kurtarmaya adamış, idealist bir İttihak Terakki fedaisi. Yıkılma sürecine girmiş, Avrupa’nın gözlerini kamaştıran, “Hasta Adam” olarak nitelendirilen, kurtarılabilme umuduyla Meşrutiyet ilanı istenen bir Osmanlı… İşte Şehsuvar Sami ülkesini içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmak için verdiği mücadeleleri, katıldığı savaşları, sevgilisi Ester’e yazdığı mektuplarla bizlere aktarıyor. Bu mektuplar 1926’da geriye dönüşlerle yazılıyor. Meşrutiyet yıllarından başlayarak 1926’ya dek uzanan devletin içinde bulunduğu buhranlar, zorluklar, savaşlar ve Şehsuvar Sami’nin içinde bulunduğu pişmanlıklarla bir arada bizlere aktarılıyor.

   Yazarımızın diğer romanlarının aksine bu romanını bir cinayet etrafında şekillendirmemiş olması romana farklı bir lezzet katmış. Bu kitapta biraz aşk, biraz tarih, biraz psikoloji sunuyor bizlere yazar. Şehsuvar Sami’nin Ester’ine yazdığı mektupları okurken birden kendinizi olayın içinde buluyorsunuz. Ve mektuplarda Ester’e olan aşkını kimi zaman kızarak kimi zaman hüzünlenerek dinlerken Osmanlı’nın son dönemlerine, Meşrutiyet’e, Cumhuriyet’in ilk yıllarına da yolculuğa çıkıyorsunuz.

    İyi bir araştırmanın ve çalışmanın bir ürünü olmuş kitap. Kitabın sonunda İttihak Terakki kronolojisine, romanda geçen eski kelimeleri bilmeyenler için sözlüğe (bu sözlüğe gerek var mıydı diye düşünmeden edemiyorum, çünkü bilinmeyen, kullanımı azalmış kelimeler yok kitapta), İttihak Terakkiyi konu alan diğer romanlara da( meraklılarına yardım için bu kesinlikle çok doğru bir tercih) yer verilmiş.

   Kitabı bitirdiğimde düştüğüm not: “Bazı kitapların bitmesi hüzün verir insana. Bu kitapta onlardan. Kapağı kapatıp arkana yaslandığında tüm okudukların birer birer hücum ediyor düşüncelerine. Geçmiş, gelecek, Şehsuvar Sami, Ester…”


    Okunduğunda pişman etmeyeceğine inandığım, zaman kaybı oldu dedirtmeyecek bir kitap. Keyifli okumalar…

ELİF KURT
10/02/2016



Kitaptan Alıntılar:

* “Zaman, hatıraları siliyor birer birer…” (sy 15)

* “Annelerimizin şefkati, babalarımızın saçlarına düşen ak, ilk aşkımız, doğan çocuğumuz, dedelerimizin mezarıdır vatan…” (sy 16)

* “Hiçbir zaman senden ayrı bir ben olmamıştı…”(sy 17)

* “Vatan, insanın kaderiydi, ne kadar çabalarsa çabalasın kaçamıyordu ondan…” (sy 246)

* “Milletin yaşaması için çabalarken belki de kendi insanlığımı kaybetmiştim…” (sy262)

* “…Anneler ölmeden çocuklar büyümezdi…” (sy 263)

(Bunlar en beğendiklerim, altını çizdiğim ifadelerin hepsini vermenin doğru olmayacağını düşünüyorum.)


Yazar: Ahmet ÜMİT
Sayfa Sayısı: 558
Yayınevi: Everest Yayınları
Yayın Tarihi: 02.12.2015
Tür: Roman / Tarihi 


                                                                                                                                                                                

Yazar Hakkında:

1960 yılında Gaziantep'te dünyaya geldi. İlköğreniminin ardından Gaziantep Atatürk Lisesi’ne devam etti. 1979-1983 yılları arasında Marmara Üniversitesi’nin Kamu Yönetimi bölümünde yükseköğrenimini tamamladı. 1985-1986 yılları arasında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi'nde eğitim gördü. TKP tarafından komünistlik eğitimi almak için Rusya’ya gönderilen altı gencin başından geçenleri anlattığı "Kar Kokusu" (1998) adlı romanı, bu dönemde yaşandıklarından izler taşır. Moskova’da iken şiir yazmaya başladı. Sokağın Zulası adlı şiir kitabını yayımladı. 1990 yılında bir grup edebiyat tutkunuyla birlikte Yine Hişt adlı kültür-sanat dergisini çıkardı. 1992 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece, aynı yıl Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü'nü aldı. Bu kitap Ahmet Ümit'i yazın dünyamıza tanıtan ilk kitap olma özelliğini de taşır.

"Bir Ses Böler Geceyi"(1994) adlı uzun hikâyesinin ardından "Masal Masal İçinde" (1995) yayımlandı. "Sis ve Gece"'yi "Kar Kokusu" (1998) adlı romanı, "Agatha’nın Anahtarı" (1999) adlı polisiye öykü kitabı takip etti. 2000'den itibaren "Patasana"(2000), "Kukla" (2002), "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir" (2002), "Beyoğlu Rapsodisi" (2003), "Aşk Köpekliktir" (2004), "Ninatta’nın Bileziği" (2006), "Kavim" (2006) adlı kitaplarını ardı ardına yayımladı. 2007’de "İnsan Ruhunun Haritası" adlı denemesi yayımlandı. 2008'da yayınlanan "Bab-ı Esrar"'da Şems-i Tebrizi cinayetini konu edindi. İstanbul hakkında çok detaylı bilgiler de içeren "İstanbul Hatırası" adlı polisiye romanı Haziran 2010'da okuyucularla buluştu. Yazarın "Başkomiser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü" (2005) adlı bir de çizgi romanı vardır.
Devamını oku »

FREUD'UN KIZ KARDEŞİ / GOCE SMILEVSKI

Bağlayıcı olması beklenir kardeşliğin. Öyle umulur. Kardeşler birbirlerine borçludur ya; bir soluk, bir omuz,biz teselli...” Arka Kapak
   Bu kitap, özellikle Freud ile ilgili oluşunu görerek edindiğim,okuduktan sonra “Ama bunu neden yaptın Freud?” diye isyan edip bu soruma asla cevap bulamadığım; bir toplama kampında son bulan, sevgili Adolfina Freud'un hayat hikayesidir. Yazarın yaptığı araştırmalarla gerçeklere dayanarak kurguladığı bu kitapta, Adolfina'yı okurken psikanalizin kurucularından Freud'un çocukluğuna ve gençliğine gidiyoruz. 
       Kitap nazilerin Viyana'ya gelişi ile başlar. Bu durumdan kaçabilmesi için Freud'a Londra'ya gitme şansı verilmiştir ve kendisinden 20 kişilik bir liste yapması istenir. Bu kişiler Freud ile birlikte nazi zulmünden kaçıp Londra'ya sığınabilecektir. Freud kendi ailesi,doktorunun ailesi hatta köpeğine kadar hepsini yazar ancak kız kardeşleri bu listede yer almaz. Adolfina, özellikle çocuğu olan kardeşi için yalvarsa da Frued durumun geçici olduğunu iddia ederek onların adını bu listeye yazmaz. Ardından ailesi ile Londra'ya gider ve bu arada diğer tüm yahudiler gibi kız kardeşlerde toplama kamplarına gönderilir. Adolfina kardeşleri ile gaz odasında ölümü beklerken geçmişe gider ve kitap bu noktadan sonra Adolfina ile kardeşlerinin çocukluğu ve gençlik zamanlarında geçer. Freud'a kardeşten öte bir sevgi beslediğine inandığım Adolfina, yıkılan hayalleri,karşılık görmeyen sevgileri, kaybettiği çocuğunun acısı, vicdansız annesi tarafından sürekli dışlanmasına rağmen sürekli bir varoluş mücadelesi vermektedir. En sonunda pes edip bir psikiyatri kliniğine yatar ve gerçek dünyadan kaçıp kendi dünyasını burada kurmaya çalışır. Burada geçen bir kaç yıldan sonra tekrar evine döner ve annesi ile yaşamaya devam eder. Bir gün kız kardeşleri ile birlikte bir gaz odasında ölümü beklediği o ana kadar...

Freud Ailesi

       Kitapta bir çok karakteri tanımış olsakta, koltuğa uzanıp çocukluğuna giden Adolfina üzerinden Freud'u da değerlendirme şansım oldu. Ama bu Adolfina'ya ve yaşadıklarına haksızlık gibi geldi bir süre sonra ve tüm psikoloji ve Freud durumlarını bir kenara bırakıp tamamen Adolfina'ya odaklandım. Bir süprizde Gustav Klimt ve kız kardeşi oldu bana. Klara benim idolüm oldu, kendisini kesinlikle tek geçiyorum. Hatta kitap bittikten sonra biraz araştırdım ancak hakkında kayda değer bir şey bulamadım :( Klara'yı anlatan böyle bir kitap olsa kesinlikle okurdum. 
       Adı tarihe geçmiş her kişiliği gözümüzde ne kadar yücelttiğimizi farkettim. Aslında olması gereken, yaptıkları işleri yüceltmek olmalıyken biz karakterleri de buna dahil ediyoruz. Bilerek değil hayranlıktan kaynaklanan bir şey belki... Sonra hayatlarına dair böyle gerçeklerle karşılaşınca da bir anda arkamızı dönüveriyoruz. Freud'un kız kardeşlerini neden ölüme terk ettiğini asla öğrenemeyecek olsakta, sonuçta şansı varken kullanmadı bunu biliyoruz. Ama bu onun psikanaliz gibi bir akımın öncüsü olup bu alanda yaptığı devasa çalışmaları değiştirir mi? Bunları ayırabiliyor olmak gerek...Evet ona çok kızdım hala kızgınım o ayrı! Gustav Klimt'e gelince tabloları ile adını tarihe yazdırmış böyle büyük bir ressamın, bir sanat adamının duygudan bu kadar uzak oluşu...Bir çok farklı kadından olan o kadar çocuğu sahiplenmeyişi beni çok şaşırttı... Kızgınlık, şaşkınlık, hayranlık ve hüzün dolu bir kitap işte...
       Bir solukta okunabilecek kadar akıcı, ancak öyle çok tekrar var ki bir yerden sonra yeter ama dedirtti. Önce ifadeleri güçlendirmek için olduğunu düşündüm ama değil...Bu kısmını saymazsak gerçekten çok iyi bir anı romanı olmuş diyebilirim. Büyük oranda kurgu bile olsa... Kitap kapağı ve tasarımını ayrıca çok beğendim. Eski kitapları anımsatması içeriğine çok uygun olmuş.
       Büyük adamların hayatlarındaki, adı bilinmeyen diğer insanları okumak çok başka bir deneyim. Umarım daha fazlası yazılır. Okumaya değer, iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Şimdiden keyifli okumalar... 08/02/2016
Sevgilerimle ;)

Altını Çizdiklerimden;

  • Herkes burada, dedim “ama sen kendine çok fazla baktığından diğerlerini göremiyorsun.””

  • Hiç kimse yok. Belki de bu ölümdür. Sonsuz bir varoluş,bilinçli bir yalnızlık. Tamamen yalnız olmak...”

  • İnsanların bavullarını nasıl sıkı tuttuğuna bakıyordum. Bazıları onları kucaklayıp göğsüne bastırıyordu; o kadar sıkı sarılıyorlardı ki sanki içlerine bütün hayatlarını toplamış gibiydiler.”

  • Bir insanın dini inancı tanrı için ne ifade ediyor? Ona karşılık bir insanın kendi çocuğunun hayatı ne ifade ediyor.?”

  • İnsanoğlu gerçekten çocukluğunda istediği bir şeyi bir gün başarabilir, ama o gün hiçbir zaman gelmiyor. Düşlenilen şeyin imkansız olduğundan ya da olasılıkların yanlış hesaplandığından değil; o şeyin istendiği gün ile gerçekleşeceği gün arasında çok farklı günler olacağından. Hem hayatı hem de isteyen varlığı değiştiren günler...”

  • Hiçbir ceza bir haksızlığı telafi edemez; çünkü geçmiş, değiştirilemez. Haksızlık görenler kayıplarıyla kalırlar. Eğer ki başka bir dünyada hak yerini bulacaksa, burada kaybedilen bir şey haksızlık gören kişilere orada verilecekse, o verilen şey hayatı dolduran şey değildir; sadece bir tesellidir. Kaybedilen bir şeyin bir daha hiçbir zaman yeri doldurulamaz, çünkü kaybedilen şeye kaybolduğu anda ihtiyaç vardır.”

  • Normal insanlar aynı şekilde normaldirler. Deliler ise farklı farklı delidir.”

  • Normallik kurulan normlara boyun eğmekten başka bir şey değildir.”



Orjinal Adı: Sestrata na Zigmund Frojd
Yazar : Goce SMILEWSKI / 1975 - Makedonya
Sayfa Sayısı : 240
Yayınevi : Nemesis Kitap
Yayın Tarihi : 10/2015
Çeviri : Levent ADEMOV
Tür : Roman /Biyografi / Tarih

                                                                                                                                                                     
YAZAR HAKKINDA
Goce Smilevski 1975 yılında Makedonya'da doğmuştur. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra ilk kitabı olan “Conversation with Spinoza”'yı yayınlamıştır. Ardından yazdığı “Sestrata na Zigmund Frojd” ( Freud'un Kız kardeşi) kitabı ile 2010 yılında AB Edebiyat ödülünü almıştır. 

Devamını oku »

AŞK TANRIÇASI / P.C. CAST - TANRIÇA SERİSİ 5.KİTAP

Aşkın dolu dolu yaşandığı sihirli ve seksi bir roman.” Arka Kapak

       Seri içinde belki de en çekinerek elime aldığım kitap oldu bu. Arka kapak açıklamasındaki konu öyle pek cezbetmedi, bir de olayların günümüzde geçecek olması hoşuma gitmedi. Ben P.C. Cast'in muhteşem tasvirleri ile yarattığı Olympos'taki diyarlarda gezinmeyi daha çok seviyorum...Diye düşünüp“hadi bakalım başla ki bitsin” diyerek elime aldım. Ve belki de seri boyunca en çok eğlendiğim ve güldüğüm kitap bu oldu. Venüs'e aşık olmamak imkansız, öyle tatlı ki ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Ona bir güzellik simgesi olarak değil bir karakter olarak bakabilmek çok güzel bir deneyimdi benim için. Ve Vulcanus, özel bir tanrısın ne diyebilirim ki...
       Tulsa'da yaşayan Pea, yakışıklı ve seksi itfaiyeci Griffin'e aşıktır ancak onun dikkatini çekmenin yolunu bir türlü bulamamaktadır. Bakımsız,kötü giyinen,kendine güveni olmayan bir kadındır. Bu kaderini değiştirmek için bir gün kitapçıdan bir kitap alır. Bu kitap ile aşk tanrıçası Venüs'ü kendisine yardım etmesi için çağırabilmeyi planlamaktadır. Her ne kadar bunu çok inandırıcı bulmasa da ( bundan önceki her kahramanımız gibi) ritüeli tamamlar. Bu sırada Venüs, Olympos'ta Bahar Tanrıçası kitabından tanıdığımız Lina'nın çizmelerine bayılır ve birlikte günümüz dünyasına,Tulsa'ya alışveriş yapmaya gelirler. Venüs, sadece öyle gerektiği için Vulcanus ile evlenmiştir. Dışarıya karşı mutlu bir çift gibi görünselerde asla arkadaş olmaktan öteye gidememişlerdir. Ve artık buna devam etmek istememektedirler. Ne de olsa o aşk tanrıçasıdır ve aşık olmadığı bir adamla evli olmak onu çok mutsuz etmektedir. Bu ruh hali ile geldiği Tulsa'da Lina ile bir yerde yemek yerlerken Griffin'i görür ve ondan etklenir. Hatta aralarında oldukça komik bir durum gelişir ki gerçekten çok gülmüştüm. Hemen ardından Pea'nin ritüelinin sonucunda Venüs onun dileğini yerine getirmeden Olympos'a dönemeyeceğini farkeder. Sıra Pea'ye gidip kim olduğunu anlatarak ona yardımcı olmaya geldiğinde yaşanan olaylar gerçekten inanılmaz komik ve eğlenceli işlenmiş. Bu şokun ardından herşey yoluna girecek derken olaylara Vulcanus dahil olur ve her şey birbirine girer. Modern dünyaya yabancı olan bu tanrı ve tanrıça için hiçbir şey kolay olmayacaktır. Onlarında ölümlülerden öğrenecekleri çok şey vardır. Venüs ve Griffin aşkı ne olacak,Pea ve Vulcanus ne yapacaklar hepsi bu harika kitapta...
       Ah o Venüs ve kendi dünyasına ait küfürleri öyle komik,öyle iyiydi ki. Olympos'un gerçek anlamda kendine ait bir argosu olduğuna inanmak üzereyim. Ve modern dünya da gerçekten çok alakasız ve anlamsız kalmalarına rağmen yine de Venüs'ün tarzından olsa gerek çok gülerek ve eğlenerek okudum. Öyle vıcık vıcık aşka boğulmadığım için ayrıca sevindim. Çünkü kitapla ilgili çekincelerimden biri de buydu. Aksine serinin en komik ve eğlenceli kitabı olmuş. Sonunu da çok sevdim, Vulcanus bu seride,  Hades'ten sonrakİ favori tanrı bana göre. Ayrıca Vulcanus ve Venüs'ün atışmaları çok eğlenceli bir hava katmış kitaba. Ölümlüler ve ölümsüzler arasında çapraz bir aşk hikayesini gülerek,eğlenerek yer yer kahkahalarla okuyacağınız çok iyi bir kitap.
Tavsiye etmeye kesinlikle devam ediyorum :) 08/12/2015
Eğlenceli ve keyifli okumalar diliyorum şimdiden.
Sevgilerimle...





Orjinal Adı: GODDESS of LOVE
Yazar : P.C.CAST / 1960-ABD
Sayfa Sayısı : 381
Yayınevi : PEGASUS YAYINLARI
Yayın Tarihi : 04/2012 – 1. BASKI
Çeviri : MÜGE KOCAMAN ÖZÇELİK
Tür : ROMAN / FANTASTİK

                                                                                                                                                                                


YAZAR HAKKINDA;

1960 ABD doğumlu yazar P.C. Cast, romantik/fantazi dalında yazdığı kitaplarla öne çıkmıştır. 7 kitaptan oluşan Tanrıça Serisi ile çeşitli ödüller kazanan yazarın en büyük başarısı, kızı Kristin Cast ile birlikte yazdığı “Gece Evi” serisi olmuştur. 2005 yılında kaleme almaya başladıkları seri 12 kitaptan oluşmaktadır. Yazmaya devam eden yazarın “Gece Evi” serisi film hakları Davis film tarafından satın alınmıştır.
Devamını oku »