NIETZSCHE AĞLADIĞINDA / IRVIN D. YALOM


      “ Yoğun ve sürükleyici. Edebiyatla da düşünebileceğini gösteren müthiş bir örnek...” Arka Kapak

      Bu arşivi yapmanın bana bir katkısı da,bazı kitapların zaman zaman tekrar okunması gerektiğini farketmem oldu.Bu kitabı 2000 yılında okumuştum. Ama yine de tekrar okumak üzere bir kenara ayırmaya karar verdim...
      Kitabı bu denli etkileyici kılan ise, karakterlerin gerçek oluşu, hikayenin yaşadıkları dönemde anlatılmış olması ve gerçek hayatlarından yaşanmışlıklar içermesi. Irvın Yalom, bu yaşanmışlıkları, yarattığı kurgu ile öyle güzel harmanlamış ve öyle nefis bir roman çıkarmış ki ortaya, “tüm zamanların en iyi psikolojik romanı” tabirinin hakkını sonuna kadar vermiş...
       Nietzsche, genç,özgürlüğüne düşkün,evliliğe inanmayan bir şair olan Lou Salome'a aşık olur. Salomé tarafından reddedilen Nietzsche, artık kadınlara karşı öfke ve nefret doludur. Buraya kadar bunlar gerçekten yaşanmıştır. Bundan sonrasında ise Yalom'un kurgusu devreye girer. Salomé, Nietzsche'den aldığı nefret ve öfke dolu mektuplardaki duyguların, ümitsizlik ve intihar düşüncesine dönüştüğünü farkeder. Bunun üzerine dönemin ünlü doktorlarından ve gerçekte de psikanalizin kurucularından olan Dr. Breuer'e gelerek Nietzsche'yi tedavi etmesini ister. Dr. Breuer tedaviyi kabul eder ve zaman zaman arkadaşı olan Sigmund Freud'u da dahil ederek Nietzsche ile seanslarına başlar. Bu seanslar her ne kadar Nietzsche için düşünülse de bir süre sonra birbirlerinin hastası ve doktoru olacaklardır. Kitap, işte bu seanslar üzerine kurulmuştur aslında. Psikanalizin temel taşlarını, yöntemlerinin oluşumunu, yaklaşımlarını ve Nietzsche'nin düşünce şeklini,aforizmalarını da net bir şekilde görmemizi mümkün kılar. Nietzsche'nin etrafına ördüğü duvarları,inkar ve ümitsizlik halindeki duygu durumunun, kitabın sonlarına doğru Breuer'in onu bir komadan çıkarması ile teslim oluşa dönüşmesi ise kitabın bir diğer enteresan yönü. Aynı eser içinde Nietzsche'yi hem ödün vermeyen,uzlaşmayan,boyun eğmeyen haliyle hemde olabilecek en uysal ve teslim olmuş haliyle okumak mümkün.
       Kitapta bir diğer önemli karakterde Lou Salomé'dur. 1880 yılındaki kadın profiline tamamen aykırı olan Salomé'un bağımsızlığı ve özgürlüğüne düşkünlüğü,ilişkilere bakış açısı ve ayakları üzerinde duruşu dönemin kadınlarına bakıldığında devrim niteliğindedir. Ve Yalom,Salomé'un karakterlerimize yaşattığı duyguları, onların ilişkilerini ve bakış açılarını nasıl etkilediğini oldukça başarılı bir şekilde kurgulamıştır.
       Kitap, hem Nietzsche'nin felsefesini hem psikanalizi anlamak için kullanılabilecek bir kaynak niteliğinde. Felsefe ve psikolojiye ilginiz varsa çok şey öğrenebileceğiniz, sorgulamadan okuyamayacağınız, sık sık altını çizmek istediğiniz satırlarla dolu harika bir kitap. Ben yıllar önce okuduğumda bir çok yerin altını çizmiş notlar almışım ancak biliyorum ki geçen zamanda öğrendiğim,deneyimlediğim ve yaşadıklarımla tekrar okuduğumda, belki de hiç farketmediğim başka kapıları da aralayabilirim...Böyle kitaplar herhangi bir roman gibi bir kere okuyup kaldıracağınız türden kitaplar değildir. Sorgulatan,düşündüren bunları yaptığınızda kişisel ve ruhsal gelişimlerimize fazlasıyla faydalı olabilecek kitaplardır. Önemli olan, kitabı, varolan tüm inançlarımızı,alışkanlıklarımızı,bildiklerimizi ve ön yargılarımızı bir kenara bırakarak olduğu gibi okumaktır. İşte bu noktada gelişime ve kendinize doğru yapacağınız yer yer acımasız ama bir o kadar doyurucu bir yolculuğa tam anlamıyla katılmış olabilirsiniz.
       Kitabın dili ve anlatımı oldukça anlaşılır. Eğer daha önce Nietzsche'nin kitaplarını en azından Böyle Buyurdu Zerdüşt'ü okuduysanız kitap daha tanıdık gelecektir. Çeviri de oldukça iyi bu da tabi ki okumayı kolaylaştırıyor.
      Ben kitabın 6. baskısını okumuşum, şu anda ise 66. baskısı satışta. Bu kadar çok satan hemen her kitabın kaderi bir gün film olmaktan geçiyor sanırım. Bu kitabında bir filmi var ve kitabın hayranı olarak tabi ki izledim. Pişmanım evet,çünkü kitabın can alıcı kısmı seanslarken,filmde bu seanslar sürekli olarak kısaltılıp verilmiş. Nietzsche'yi canlandıran karakteri oldukça başarılı bulmuş olsamda filmi sevmedim. Ben bazı kitapların sadece okunmak için olduğuna inanıyorum. Bu kitapta onlardan biri. Önce filmini izlerseniz büyük hata edeceğinizi düşünüyorum, oldukça eksik ve yanıltıcı olacaktır.
      Alanında böylesi eşsiz bir kitabı özellikle felsefe ve psikolojiye merakı olanlara kesinlikle tavsiye ederim. Ve bir de Nietzsche severlere tabi ki... 29/11/2015
Kendinize yapacağınız bu yolculukta keyifli okumalar...
Sevgilerimle ;)
Film afişi

Altını Çizdiklerim;

  • Sürülere özgü bu zevkler belki herkes için geçerli değil.” dedi Nietzsche,başını iki yana sallayarak. “Üç kez elimi uzattım ve başkalarıyla aramda köprü kurma girişiminde bulundum. Ve üçünde de ihanete uğradım.
  • Bir insanın kendine karşı en büyük ödevi gerçeği keşfetmektir.”

  • Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.”

  • Bağımsızlığa damgasını vuran şey nedir? - İnsanın kendinden artık utanmıyor olması!
  • Sanırım gözlerimin zayıflığından da çıkarım var. Yıllar oldu öteki düşünürlerin yazdıklarını okuyamıyorum. Böylece, onlardan ayrı kendi düşüncelerimi oluşturuyorum. Yalnızca kendi deneyimlerime dayanarak yazıyorum. Yani yazılarımı kanla yazıyorum ve en iyi gerçek kana bulanmış gerçektir.”
  • Ölümün ağzımdaki tadı bana hem bir yön çizdi hem de cesaret verdi. En önemlisi bana kendim olma cesaretini verdi. Ben bir profesör müyüm? Filolog muyum? Filozof muyum? Kimin umrunda?”
  • Ruhunda sükunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyen insanlar inanmalı ve iman etmelidir, ama hakikatin peşindeki insanlar iç huzurundan feragat edip yaşamlarını bu sorgulamaya adamak zorundadırlar.”
  • Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar!”
  • Yine de en çok çiğ damlası,en sessiz gecede düşer,biliyorum.”



Orjinal Adı: When Nietzsche Wept
Yazar : Irvin D. Yalom / 1931 - ABD
Sayfa Sayısı : 342
Yayınevi : Ayrıntı Yayınları
Yayın Tarihi : 1998 / 6.baskı
Çeviri : Aysun Babacan
Tür : Roman

                                                                                                                                                                       


YAZAR HAKKINDA;
13 Haziran 1931 doğumlu Irvin D. Yalom, Rus kökenli, Yahudi asıllı, ABD'li psikiyatrist, varoluşçu,psikoterapist,yazar ve eğitimcidir. Birçok popüler esere imza atmış olan Yalom ünlü bir psikoterapisttir. En popüler eseri Nietzsche Ağladığında'dır.Hala ABD Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde psikiyatri profesörlüğü yapmaktadır.Dilimize çevrilmiş 21 kitabı mevcuttur.



Devamını oku »

ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK / JOHN BOYNE



      “Bu kitabı okumaya başladığınızda, Bruno adında dokuz yaşındaki bir çocukla bir yolculuğa çıkacaksınız(ama bu kitap dokuz yaşındakiler için değil) . Ve er geç Bruno ile birlikte bir tel örgüye varacaksınız.” Arka Kapak
       Bu kitabın çocuk kategorisinde oluşuna aldanmayın,bu kitap büyükler için bile acı verici.9 yaşındaki Bruno'nun anlatımı, Hitler yönetimindeki Almanya'da yaşananlara başka bir açıdan bakmamızı sağlıyor...Geçen yıl okuduğum bu kitabın etkisi kolay kolay silinmiyor...
       9 yaşındaki Bruno, Hitler'in komutanlarından birinin oğludur ve Berlin'de yaşamaktadırlar. Hitler'in bir akşam yemeği ziyaretinden sonra apar topar Out-With'e taşınmışlardır ve Bruno bundan hiç memnun değildir. Evleri babasının görevli olduğu kampın karşısındadır,etraflarında başka hiç ev ya da yaşayan kimse yoktur. Kamptaki insanlardan başka...Bruno keşif yapmayı seven bir çocuktur ve bir süre sonra odasının penceresinden gördüğü, hepsi mavi beyaz çizgili kıyafetler giyen ve çirkin barakalarda yaşayan bu insanları merak etmeye başlar. Bu merakı onu çevreyi dolaşmaya,bu gezinti de onu tel örgülere götürecektir. Ve tel örgüler ardında,sadece oturup sohbet edebileceği yeni bir dosta,Shmuel'e...
       Kitabı bir kerede okuyup bitirdim. Başladığınızda bırakmak gerçekten zor oluyor. Bruno ve Shmuel'in dostluğunun ilerleyişi,paylaşımları ve dostluklarının onları getirdiği yerde yaşananlar...
       Gözyaşları ile bitirdiğim, insanları ırk,din,dil,renk gibi etiketlerle ötekileştirenlere, savaşlara, ve zulümlere binlerce kere daha lanet ettiğim bir kitap oldu. Yazarın son sayfalarda yarattığı şaşkınlık,bir anda yerini derin bir kedere ve hüzne bıraktı. Sonrasında ise günler süren bir etki ve her aklıma geldiğinde içimde bir ürperti,aklımda aynı cümle;bir zamanlar milyonlarca insan bu şekilde öldürüldü...O milyonlarca insanın acısını Shmuel'de yaşayıp, nazilerin bakış açılarını ise Bruno'nun çevresindekilerden okudum.
       Anlatım ve dili dokuz yaşında bir çocuğun ağzından anlatıldığı belli olacak kadar sade ve yalın. Çevirinin iyi olması da kitabı okunur kılıyor. Kitap kapağı kamptaki ortak kıyafet renginde,mavi beyaz hazırlanmış ve hafif bir eski hava katılmış. Bunun kitabın içeriğini daha bir pekiştirdiğini ve iyi bir detay olduğunu düşünüyorum. Kitap 2006 yılının en iyi romanı seçilmiş. Aynı zamanda 2008 yılında beyaz perdeye uyarlanmış. Dilerseniz filmini de izleyebilirsiniz.
       Ben kitabı okurken kendi hayal dünyamda özgürce gezinebilmenin verdiği hazzı seviyorum. Bu nedenle asla, bir kitabı okumadan filmini izlemem. Hatta bazen kitap bende öyle güzel canlanır ki filmini izleyip kendi karakterlerimin yerine başka yüzler koymak istemem. Kitaptan sonra filmi izledim, kitaba ne kadar sadık kalınmıştı görmek istedim. Ancak ben kitabı kuşkusuz filme tercih ediyorum...Önce kitabı okuyup sonra filmi izlerseniz beni anlayacağınızı düşünüyorum. Kitabın tadı farklı olacaktır... Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 27/11/2015
Şimdiden iyi okumalar ve filmi içinde iyi seyirler dilerim.
Sevgilerimle;

Film tanıtımı



Altını çizdiklerim;
  • Onlar çocuk değildi. En azından hepsi değildi.Küçük çocuklar,büyük çocuklar,babalar ve dedeler. Belki bir kaç tane de amca. Herkesten uza duran,hiç akrabası yokmuş gibi olanlar. Herhangi birileri...” Bruno'nun kamptaki insanları tasviri
  • Ah o insanlar,” dedi babası,başı ile onaylayıp biraz gülümseyerek. “O insanlar...şey,onlar insan değil Bruno.”
  • Ve sonra oda kapkara oldu ve yaşanan karmaşaya rağmen Bruno hala Shmuel'in elini sımsıkı tutuyordu ve dünyadaki hiçbir şey Bruno'yu, onun elini bırakmaya razı edemezdi...”
Filmden bir sahne...



Orjinal Adı: The Boy in the Striped Pyjamas
Yazar : John Boyne / 1971 - İrlanda
Sayfa Sayısı : 205
Yayınevi : Tudem Eğitim
Yayın Tarihi : 11/2013
Çeviri : Tülin-Tayfun Törüner
Tür : Roman

                                                                                                                                                                       


YAZAR HAKKINDA;

1971 yılında İrlanda’nın Dublin kentinde dünyaya gelen John Boyne, Dublin Trinity Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Norwich’deki East Anglia Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersleri aldı ve buradaki çalışmalarıyla Curtis Brown ödülüne layık görüldü. Edebiyat yaşamına kısa öyküler yazarak başladı ve yaklaşık 70 kısa öyküsü yayımladı. Yazarın 2006 yılında yayımladığı Çizgili Pijamalı Çocuk, Miramax tarafından sinemaya uyarlanarak pek çok ödül aldı. Aynı roman, İrlanda’da iki edebiyat ödülünün yanı sıra çeşitli uluslararası ödüllere layık görüldü. Bu başarılara ek olarak kitap, İrlanda listelerinde 80 hafta bir numarada kalarak büyük bir rekora imza attı ve New York Times’ın çok satanlar listesinin de zirvesine yükseldi. Tüm dünyada 5 milyondan fazla satan Çizgili Pijamalı Çocuk, hem 2007 hem 2008 yılında İspanya’da en çok satan kitap oldu. Romanları 43 ayrı dile çevrilen John Boyne çocuk kitapları yazmaya devam etmektedir. 
Resmi sitesi için;
http://johnboyne.com/



Devamını oku »

KAĞIT EV / CARLOS MARIA DOMINGUEZ

       Kitaplara,okumaya ve aşka dair bir kitap...Kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher...” Arka Kapak


      Birkaç hafta önce edindiğim Kağıt Ev'i blog çalışmaları,kitap incelemeleri arasında kısacık bir zamanda okuyup bitirdim. Ve tam da bütün kitaplarımı ortaya dökmüş,arşivlemeye, sınıflandırmaya ve yorumlamaya çalışırken, çılgın bir adam olan Brauer'le tanıştım. Bu kitabın içeriği ayrı ancak okunma zamanlaması benim için artık ayrı bir unutulmaz oldu...
      Kitabımız, satın aldığı bir kitabı yolda yürürken okumaya başlayan Bluma Lennon'ın bir arabanın altında kalışı ile başlar. Cambridge üniversitesinde profesör olan Bluma'ya ölümünün ardından posta ile bir kitap gelir. Joseph Conrad'ın Gölge Hattı kitabının eski bir baskısıdır bu ancak garip bir şekilde harç,çimento ve tozla kaplıdır. Ve Bluma bu kitabı Carlos adında birine imzalamıştır.
Anlatıcımızda aynı üniversitede görevlidir ve kitabı alır, inceler ve Carlos'u bulup kitabı ona iade etmeye karar verir...Anlatıcımızın yolculuğu burada başlar. Bizi kitaplara ve okumaya yönelik bambaşka bakış açılarıyla şaşırtacak olan karakterlerle tanıştırır. Bu karakterler aynı zamanda anlatıcımızı Carlos Brauer'e de götürecek olan kişilerdir...Kimdir bu Brauer ve kitap tutkusu nasıl bir boyuttadır?
      Bundan sonrasını kesinlikle kendiniz okumalısınız. Ben daha okurken, durdum ve düşündüm...Kitaplarımla olan bağımı,onları paylaşma düşüncesinin bile beni rahatsız edişini,her birinin benim için vazgeçilmez oluşunu...Evet bu bir bağımlılık aslında ama kitapta bunun ne derece ileri gidebildiğini,kitapların hayatlarımızı ve bizi nasıl esir aldığını ve hayatımızı belli bir noktada yönettiklerini görmek şaşırtıcı bir deneyim oldu. Ve “nereye gidecek bu kitap alışverişinin sonu, ben ölünce onlara ne olacak” sorularını zaman zaman sorsamda şimdi bir cevap aramaya başlar oldum...Brauer'in bağımlılığından özgürleşmesine kadar yaşadıkları, eşsiz bir deneyim ve bambaşka bir dünya.
      Tamamı 89 sayfa olan kitabın anlatım ve dili anlaşılır, ancak o kadar uzun cümleler var ki, okumayı gerçekten zorlaştırıyor. Öyle ki cümlenin tekrar başına dönmek zorunda kaldığınız olabiliyor. Bu konuda çevirmen daha iyi bir iş çıkarabilirdi diye düşünüyorum. Çeşitli ironilerle kitap üzerinde düşünülmesi sağlanmış. Zaten kitaplarla farklı bağlar kuran insanların bunları yakalayacağından şüphem yok. Kitabın edebi alanda da ciddi bir değeri olduğuna inanıyorum. Brauer'i tanımaya başladıkça kitap su gibi akıp gidiyor. Tasvirler gayet iyiydi,okuduğum her mekanı aklımda canlandırırken zorlanmadım. Brauer'in kitaplarla dolu evinde gezinmek hayali bile olsa güzeldi...
       Kitap ayrıca Peter Sis'in çizimleri ile zenginleştirilmiş ki bu çizimleri, özellikle kitap tutkunları çok değerli ve anlamlı bulacaklardır...
      Ayrıca bahsi geçen Joseph Conrad'ın “Gölge Hattı” kitabını, Türkçe'de “Üç Deniz Öyküsü” olarak buldum ve okuma listeme ekledim...
      Kitap hakkında yazmak istediğim çok şey var. Kendimi tutuyor ve artık bırakıyorum. Okuyanlar benimle fikirlerini ve yorumlarını paylaşırsa çok sevinirim. Kağıt Ev, okuduktan sonra üzerinde konuşmak isteyeceğiniz türden harika bir kitap. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Mutlaka okunmalı...26/11/2015
Kitaplarınıza ve kitaplığınıza bakış açınız artık eskisi gibi olmayacak!
Keyifli okumalar, sevgiler :)

Altını çizdiklerim;

  • Kitaplar insanların kaderini değiştirir.”
  • Hiçbir şey temsilinin dışında vuku bulmaz.”
  • Çoğunlukla bir kitaptan kurtulmak ona sahip olmaktan daha zordur. Kitaplar, sanki asla geri dönemeyeceğimiz bir anın tanıkları gibi, bir ihtiyaç ve unutkanlık anlaşmasıyla tutunurlar insana...”
  • Bir daha okumayacak olsak da başlığında eski,belki de kaybolmuş bir duyguyu taşıyan bir kitabı kaybetmektense bir yüzük,bir saat veya şemsiye kaybetmeyi yeğleriz.”
  • İnşa edilen bir kütüphane,yaratılan bir hayat demektir, yığılmış kitaplar toplamı değildir asla.”
  • Kitapları buluyor ve onların bizi başka bir yere götürmelerine olanak tanıyoruz.”
  • Kütüphane zamana açılan bir kapıdır.”


Orjinal Adı: La casa de Papel
Yazar : Carlos Maria Dominguez / 1955 - Arjantin
Sayfa Sayısı : 89
Yayınevi : Jaguar Kitap
Yayın Tarihi : 08/2015
Çeviri : Seda Ersavcı
Tür : Hikaye

                                                                                                                                                                       


YAZAR HAKKINDA;

       Carlos Maria Dominguez, 23 Nisan 1955 yılında Arjantin'de doğmuştur. Kariyerine Arjantin'in Crisis isimli dergisinde başlayan Dominguez, Brecha, Busqueda gazetelerinde de çalışmış ve edebiyat eleştirisi konusunda uzmanlaşmıştır. Yazar, “La Mujer Hablada” eseri ile 1995 yılında Bartolomé Hidalgo Ödülü'nü, 2002 yılında Büyükelçilik Ödülü'nü, yine 2002 yılında En İyi Kompozisyon Ödülü'nü, “Kağıt Ev” kitabı ile de Lolita Rubial Ödülü'nü kazanmıştır. Toplam 6 ödülü bulunan yazarın farklı alanlarda 20 adet çalışması mevcuttur. 1989 yılından beri Montevido'da yaşamını sürdürmektedir.



Devamını oku »

BABAM ÖLDÜĞÜNDE AĞLAMADIM / IRIS GALEY

    İçinde bana yer var mıydı baba?” Kapak yazısı
          Kitabı 2012 yılında okumuştum...Beni çok etkilemişti ve kolay unutulacak gibi değildi. Şimdi, blog için yeniden üzerinden geçerken bir baktım ki tekrar okuyorum. Aynı öfke,aynı acıyla...
          Kitap, yazar tarafından kaleme alınmış ve maalesef ki olmasını hiç istemeyeceğimiz kadar gerçek bir hayat hikayesi. Iris 9 yaşındayken İsviçre'den İngiltere'ye göç ederler. Bundan sonra Iris için 4 yıl sürecek bir taciz ve istismar dönemi başlayacaktır. Kitapta bu süreç babanın ölümünden sonra, Iris'in içini dökmesi ve yaşadığı psikolojik sorunların nedenleri şeklinde anlatılmıştır.Babası tarafından hem fiziksel hem duygusal olarak sürekli istismar edilen Iris, 14 yaşındayken bir anda evdeki misafirlere içini döküverir. Misafirler polise haber verir ve bu olaylardan 2 gün sonra babası kendini öldürür. Iris, bir süre yakınlarının yanında kalır ve bir süre sonra da enstitüye gönderilir. 40 yıl sonra bir tv programından etkilenerek bu kitabı yazıp, yaşadıklarını paylaşana kadar da bir daha asla bu konuda konuşmaz...
          Kitap boyunca acıma,öfke ve tiksinme duyguları arasında gidip geldim. Konu sadece bir dönemi değil, Iris'in kitabı yazmaya karar verişine kadar tüm hayatını içeriyor. Yazarın, kitapta yer yer günlüğünden alıntılara yer vermesi, 9 yaşından öncesine dair içerdiği bilgilerle o döneme de ışık tutmaktadır.Yaşadığı bunalımlar,iç savaşları, soruları, sorgulamaları ile içten ve cesurca yazılmış bir hayat hikayesi...
          Anlatım gayet anlaşılır. Çeviri iyi olmuş ama yazım hatalarını sayamadım diyebilirim, kitap bu konuda benden maalesef büyük bir eksi aldı... Akıcılık konusunda ise çok iyi yazılmış diyebilirim,başladıktan sonra alıp götürdü ve bitirene kadar bırakamadım...
          Arka kapak yazısında belirtildiği gibi, ensest üzerine konuşmak gerçekten hala tabu gibidir. Ancak verilere baktığımızda, dünyanın farklı ülkelerinde böylesine hatta bundan da kötü şeyleri, çok daha uzun yıllar yaşamak zorunda kalan binlerce çocuk var...Bu insanların çok küçük bir kısmı yaşadıklarını paylaşabiliyor...Küçücük yaşta oluşturulan korku,baskı,sindirilme ve yitirilmiş bir özgüven var. İnandıkları ve içinde yaşadıkları dünya, tacizcilerinin onlara izin verdiği ya da onlar adına kurguladığı kadar...Bir süre sonra akıl sağlığını koruyabilmek bile imkansız...
          Bunlardan kurtulma şansı olup bunu kitap yapabilenlerin istediği ise; anlaşılmak ve rahatlamak diye düşünüyorum. Ve kitaplarını okuyarak onlara bunu verebileceğimize inanıyorum...Bu nedenle bu ve benzeri kitapları okumaya devam edeceğim...Yaşadıkları,hissettikleri,aldıkları derin yaralar ve yaşayamadıkları çocuklukları... Onlar yaşamış ve paylaşacak kadar cesur davranmışsa, bizlerde okuyarak yanlarında durabilecek kadar cesur olabiliriz...
          Kitabın birde devamı var,“Ruh Tecavüzcüsü”...Henüz 2. kitabı okumadım ama alınacaklar listeme ekledim...Böyle bir kitabı tavsiye etmekten ziyade, okuyabileceğinize inanıyorsanız okumalısınız diyebilirim...Ve okuduktan sonra Iris'e irisgaley@hotmail.com buradan mail atabilirsiniz...Ben kitabı ilk okuduğumda bunu yaptım...Cesareti ve yaşadığı onca şeye rağmen hala hayata tutunabilecek kadar güçlü oluşuna duyduğum hayranlığı belirterek destek olabildiğimi düşünüyorum...Küçücük gülümsemelerimiz bile insanların hayatında fark yaratabilir...
    Keyifli okumalar diliyorum...24/11/2015



    Altını Çizdiklerim;

    • Böyle bir kitap yazmak kötü bir zevkin işaretidir,” dediğini duyar gibi oluyorum...Anne. Başka bir seçeneğim yoktu. Bu kitap kendiliğinden yazıldı. Bizim ne olduğumuz tecrübelerimiz sayesinde belli olur. Bu, kırıp dökmeden,kendi kimliğimi bulabilmem,her şeyin üstesinden gelebilmem adına tek çıkar yol idi. Uyandırdığı akislerle kendimi kabul edilmiş hissediyorum...

    • Kırmızı elmanın kokusuna hiç dayanamazdım. Çünkü babam kendini yukarıda,çatı katında, elmaların kışın depolandığı yerde vurmuştu. Ben daha on dört yaşındaydım ve buna neden olmuştum.”

    • Neden sadece başkalarının benden beklediği gibi seçimler yaptığımda,uyguladığımda,düşündüğümde ve öyle davrandığımda,sevimli bir kız oluyordum? Sanki benim hiç hatırım yoktu ve önemsizdim. Sanki ben yoktum ve de kendime ait fikirlerim olamazdı.”

    • Ne zaman mutlu olsam,duygularımı paramparça eden korkunç bir şey oluyordu. Ben bunu “hayal kırıklığı dönemi”diye adlandırıyordum. Ebediyyen sürecek gibi görünüyordu. Sanki hiç sevinemeyecekmişim gibi. “Mutlu zamanlarımın hatıralarını da mahvetti.” diyordum...



    Orjinal Adı: Ich weinte nicht als vater starb
    Yazar : Irıs GALEY / 1926 - İsviçre
    Sayfa Sayısı : 240
    Yayınevi : Koridor Yayıncılık
    Yayın Tarihi : 2008
    Çeviri : Müfit Doğaner
    Tür : Roman

                                                                                                                           

    YAZAR HAKKINDA;
    Iris Galey 1936 yılında İsviçre'de doğmuştur.9 yaşına geldiğinde ailesi ile birlikte İngiltere'ye göç etmişlerdir. Galey, bu tarihten sonra 4 yıl boyunca babası tarafından fiziksel ve psikolojik olarak istismar edilmiştir. Yıllar sonra bir TV programından etkilenerek, tüm hayatını kaleme aldığı “Babam Öldüğünde Ağlamadım” ve “Ruh Tecavüzcüleri” kitaplarını yazar. Aynı zamanda Ensest Survivors hareketinin katılımcılarındandır.


Devamını oku »

KARANLIK ZİHİNLER / ALEXANDRA BRACKEN

Adım Ruby. Hepinizden farklıyım. Aklınızın derinliklerinde gezinebilir,anılarınızı hiç yaşamamışsınız gibi silebilirim.” / Arka Kapak

     Aslında türün tarihi oldukça eskiye dayansa da (Yevgeny Zamyatin -Biz – 1921) distopya bu aralar oldukça fazla eser verilen türlerden biri haline geldi. Bu, dünyamızın sürekli kötüye gidişinden elde edilen malzeme bolluğundan mıdır, fantastik kitaplara olan sevginin artışından mıdır bilemem. Ama bu türü seviyorum orası kesin :)
     Karanlık Zihinler, başta ne olduğunu tam anlamadan okumaya başladığım ama ilerleyen sayfalarında beni alıp götüren bir kitap oldu. Yine ABD ve yine bir salgın! IAAN adlı bu hastalık belli bir yaş grubundaki çocukları etkiler. Büyük bir kısmı ölürken, kalanlara ise bazı güçler kazandırır. Hükümet bu çocukları farklı bölgelerdeki kamplarda toplamaktadır. Ve her yeteneği bir renk karşılığı ile sınıflandırmaktadır.Yeşiller üstün zekalı,maviler telekinezi yeteneği, sarılar elektrik kontrolü,turuncular zihin kontrolü ve kırmızılar ise ateş kontrolü.
     Kahramanımız Ruby, 10 yaşında Thurmond kampına alınır. Turuncu olduğu için ufak bir zihin kontrol durumu ile kendisinin yeşil olarak sınıflandırılmasını sağlar. 6 yıl bu kampta bir yeşil olarak hayatta kalmaya çalışır. Ta ki bir gün turuncuları ortaya çıkarmak için kullanılan bir yöntemle gerçek ortaya çıkana dek...Sonrasında hikayemize kendilerini gerçekten çok sevdiğim Liam,Chubs ve Zu katılır. Ruby ile yolları kesişen bu grup kendilerini, bir yandan PÖK askerlerinden ve birlik denen bir gruptan kaçıp diğer yandan Kaçak Çocuk denilen birini ararken bulurlar. Ruby'nin sırları, Liam'ın iyi niyeti ve sevimliliği,Chubs'ın aksi ve korumacı tavırları ve Zu'nun üzen ama kendisini çok sevdiren çocuk halleri...Bu karakterler bir süre sonra hayatımın bir parçası oldular.
     Sırlar ortaya çıkacak mı? Birlik ve PÖK askerlerinden kaçabilecekler mi? Kaçak Çocuk kim?Kitap hakkında daha fazla detay yok, spoiler vermek istemiyorum. 572 sayfalık keyifli bir kitap ve gerçekten çok şaşırdığım ve beni çok üzen bir son...
     Kitabın dili gayet anlaşılır, anlatımı sürükleyici ve güzel. Tabi ki çevirinin buradaki rolü tartışılmaz.Kapak tasarımı orjinaline sadık kalınarak hazırlanmış,bunu beğendim. Kapaktaki işaret yunanca bir harf bileşimi ( p ve s ) olan psi anlamına geliyor ki okurken neden kullanıldığını anlayacaksınız :)
     Seri halinde 3 kitaptan oluşan bir çalışma ancak ülkemizde henüz 2 kitabı çıktı. Parodi yayınlarından 3. kitap içinde hızlı bir çalışma bekliyorum.
     Son olarak ben kitabı sevdim. Distopya alanında bir başucu kitabı mıdır, serinin devamını okumadan bir şey diyemem ama okunası keyifli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Distopik ve fantastik türleri okumayı sevenler için gönül rahatlığı ile tavsiye ederim.Şimdiden herkese keyifli okumalar :)
18/11/2015


Altını çizdiklerim:

Hayal kurmak sonunda hayal kırıklığına;hayal kırıklığı da öyle kolayca atlatılamayan sıkıntılı bunalımlara yol açardı. Siyaha yem olmaktansa grinin sınrılarında kalmak daha iyiydi.”
Ruby

En karanlık zihinler,en beklenmedik yüzlerin arkasında gizlenme eğilimindedirler.”
Chubs

Yarın daha iyi hatalar yapmaya çalışacağız.”
Liam

Bir turuncu olduğun gerçeğini ve bu yüzden hep yalnız kalacağını kabullenmelisin.”
Clancy


Orjinal Adı: The Darkest Minds
Yazar : Alexandra Bracken / 1987 - ABD
Sayfa Sayısı : 572
Yayınevi : Parodi Yayınları
Yayın Tarihi : 12/2014
Çeviri : Handan Sağlanmak Arlı
Tür : Distopya,Fantazi,Macera

                                                                                                                                                                               


YAZAR HAKKINDA;

Alexandra Bracken 27 Şubat 1987 yılında Phoenix / Arizona'da doğmuştur. Orta halli,3 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğudur. Babasının Yıldız Savaşları düşkünlüğünden etkilenmiştir. Üniversitede tarih eğitimi alırken bir arkadaşının doğum günü için bir kitap yazmıştır. Bu ilk çalışması olmuştur. Ardından New York'a taşınan yazar, beş yıl yayıncılık sektöründe çalıtıktan sonra şimdilerde tam zamanlı yazarlık yapmaktadır. 2012-2014 yılları arasında Karanlık Zihinler serisini tamamlamıştır. 


Devamını oku »

BUZ KAPANI / ALEXANDRA BRACKEN

Turuncu...Lider...Roo...
Herkes farklı bir şekilde sesleniyor bana. Oysa bir tek ben gerçekte ne olduğumu biliyorum:
Bir canavar.” / Arka Kapak

     Serinin 2. kitabı olan Buz Kapanı'da nihayet okunmuştur :) Karanlık Zihinler'i okuyan herkes konuya ve karakterlere zaten hakimdir diye düşünüyorum ve yorumumu bu şekilde yapacağım. Okumayanlar için kesinlikle spoiler içerecektir!
Buz Kapanı, Ruby'nin yeni hayatı ve yeni arkadaşları ile başlıyor. İlk kitaptaki karakterlere o kadar alışmışım ki buradaki yeni karakterlere alışmak biraz zaman aldı. Ve sanıyorum ki bu sebeple ilk bir kaç sayfa sıkıcı geçti. Yeni arkadaşlarımızla kitabın girişinde hemen tanışıyoruz; mavi saçlı hırçın kızımız Vida, sevgi dolu ve sıcacık Jud ile içine kapanık bir bilgisayar kurdu olan Nico. Ruby, bu 3 arkadaşın lideri olarak birlikteki yerini alır. Birlik içerisinde fiziksel savunma ve yeteneğini kontrol etme konusunda aldığı eğitimlerle oldukça kendinden emin ve güçlü bir karakter haline gelmiştir. Birlik için, sevmesede, yaptığı anlaşmaya bağlı kalarak çeşitli operasyonlara katılmaktadır. Ve bu operasyonlardan birinde Liam'ın abisi olan Cole nihayet hikayemize aktif olarak katılır. Ruby, Cole'un da anlattıkları ile birlik içerisinde düşündüğünden daha karanlık durumlar olduğunu anlar ve yanına Jud'u da alarak birlikten kaçar...Cole ve Cate'in yönlendirmeleri ile virüsün kaynağı hakkında bilgi içeren diski bulmaları gerekmektedir. Kitap bu noktadan sonra çok daha sürükleyici oldu ve ilk kitaptaki akıcılığını geri kazandı. Liam ve Chubs tekrar aramıza döndü ki bu kısmı gerçekten çok iç parçalayıcı bir şekilde oldu. Bir de ben garip bir şekilde Cate'e güvenmeli miyiz hala emin değilim...
     Ruby'nin yeteneği ile ilgili gelgitleri, Liam'ın hatıraları konusundaki iç savaşı, Chubs ve Vida'nın didişmeleri,Jud'un saflığı ve tatlılığı ile kitabın sonuna geliyoruz.Ve bu son gerçekten inanılmaz sarsıcı,çarpıcı ve beklenmedikti. İçine düştüğüm duygu karmaşasını ifade bile edemem. Yazar öyle bir son hazırlamış ve öyle bir yerde bırakmış ki, 3. kitabı okuyup final yapmamak imkansız hale gelmiş. Kahramanlarımız diski Cate'e ulaştırabilecek mi ? Cole'un herkesten sakladığı büyük sırrı ne? Clancy'nin başından beri ulaşmaya çalıştığı bilgi nedir? Ruby ve Liam için durum nasıl gelişecek?
     İlk kitaptan sonra bu kadar yoğun bir devam isteği duymamıştım, ancak bu kitaptan sonra “keşke serinin tamamı çıktıktan sonra okusaydım” dedim! Anlatım ve dil yine aynı çevirmenin ellerinde gayet okunası olmuş. Olay örgüsü ve kurgu başlarda tekrarlar şeklinde olsa da bir anda değişip şaşırtıcı bir hal alıyor. Kitap kapağı yine ilk kitaptaki gibi orjinaline sadık kalınarak hazırlanmış. Kapaktaki bir pusula ve onunda hikayesini yine kitapta bulacaksınız :) Kitabın sonunu okuduktan sonra bu kapağı Jud'a borçlu olduğumuzu hissettim, garip ama gerçek...
     Yazar bu şekilde devam ederse inanıyorum ki yine çok beklenmedik bir final kitabı ile bizi şaşırtacak. Sadece bu kitabın sonu için bile seri okunur diyorum ve mutlaka tavsiye ediyorum!!!
18/11/2015


Altını Çizdiklerim;

*  “Gidip onu almalıyız... Onu burada... O orada kalamaz,karanlığı sevmez.Sessizliğe dayanamaz. Yalnız kalmamalı...”Ruby

*  “Bazen panik içinde oraya buraya koşturan,dikkatsizce davranan ve istemeden bir şeyleri yıkan sen olursun. Bazen de hayat yapar bunu ve bundan kaçamazsın. Seni ezip geçer,çünkü seni sınamak ister...” Ruby'nin büyükannesi

*  “ Bir kapıyı kapatıp daha aydınlık bir odaya açılan başka bir kapıyı açmak. Adımlarımı geriye doğru takip edip kapıyı aralarsam,arkamda bıraktığım o kızı bulup, suçluluk ve utanç duygusunun beni yerle bir etmesinden korkuyordum. Karanlığın ona neler yaptığını bilmek istemiyordum. Acaba kendisini görür müydü benim suretimde.”
Ruby

*  “Yorgunluğun insana neler yaptığını da en iyi ben bilirdim. Kalkanların birer birer inerken zihnin sana oyunlar oynamaya başlardı.Hayaletler insana musallat olmazdı aslında; bunu yapan insanların kendi anılarıydı.”
Ruby

*  “Neden bazılarımız Yeşil, bazılarımız turuncu ve bazılarımız ölüydü?”


Orjinal Adı: Never Fade
Yazar : Alexandra Bracken
Sayfa Sayısı : 549
Yayınevi : Parodi Yayınları
Yayın Tarihi : 07/2015
Çeviri : Handan Sağlanmak Arlı
Tür : Distopya,Fantazi,Macera

                                                                                                                             


YAZAR HAKKINDA;
Alexandra Bracken 27 Şubat 1987 yılında Phoenix / Arizona'da doğmuştur. Orta halli,3 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğudur. Babasının Yıldız Savaşları düşkünlüğünden etkilenmiştir. Üniversitede tarih eğitimi alırken bir arkadaşının doğum günü için bir kitap yazmıştır. Bu ilk çalışması olmuştur. Ardından New York'a taşınan yazar, beş yıl yayıncılık sektöründe çalıtıktan sonra şimdilerde tam zamanlı yazarlık yapmaktadır. 2012-2014 yılları arasında Karanlık Zihinler serisini tamamlamıştır. 


Devamını oku »

BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ / JOSE SARAMAGO

(...)Ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum,o adaya ayak bastığımda kim olduğumu öğrenmek istiyorum,” / Arka Kapak

      Portekizli bir yazar olan Jose Saramago'nun okuduğum ilk çalışması bu kitap oldu. Kendisi aynı zamanda 1998 yılı Nobel Edebiyat Ödülü'nün de sahibi... Basit gibi görünen ama derin bir içeriği olan 58 sayfalık bu kitapta; kahramanımız kralın kapısını çalar ve bilinmeyen adayı keşfetmek için ihtiyacı olan bir tekne ister. Krala ulaşma süreci tıpkı günümüzdeki hiyerarşik yapıyı anlatmaktadır. En sonunda kralın onayını alır ve teknesini almaya gider. Burada ise kendisini kraldan çok kralcı dediğimiz bir karakter karşılar. Teknesini alır, ve kendisine, sarayın temizlikçisi olan kadın da yürekten inanarak eşlik eder.
      Kitapta karakterlerle ve mekanlarla ilgili hiç bir detay yok. Kral,temizlikçisi ve birde bilinmeyen adayı bulmak isteyen adam. Ve buna rağmen bir çok kalın kitaptan çok daha büyük ve derin bir içerik. Dili ve anlatımı gerçekten çok güzel. Karşılıklı konuşmalar sadece virgül ile birbirinden ayrılmış, bu noktada da farklı bir deneyim oldu benim için. Kitabın bir kısmı Birol Bayram'ın çizimleri ile zenginleştirilmiş ki, bu çizimlerde gerçekten iyiydi. Masal tadında bir kendini arayış ve adayış... “Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin,” diyor yazar ve durup üzerinde düşünmeye başlıyor insan. Kendinden uzaklaşıp kendini bulma hikayesi...
      Kadın ve adam bir sabah denize açılıyor bu adayı bulmak adına ve kitap burada bitiyor. Başlarına ne geliyor, adayı buluyorlar mı bilmiyoruz. Ancak ben devam kaygısı yaşamadım çünkü buraya kadar zaten amacına ulaştığını düşünüyorum. Onların ne bulduğu değil, bizim kendimizi bulmak için neler yapabileceğimiz önemli olan! Ve neleri göze alabileceğimiz.
      Yazarın diğer kitapları okuma listemde üst sıralardan yerini aldı. Okuma süresi olarak çok kısa bir zamanınızı alacak ama sonrasında üzerinde zaman zaman düşünmeniz gerekecek başarılı bir çalışma olduğunu düşünüyorum ve tavsiye ediyorum.
19/11/2015

Altını Çizdiklerim;

  • İşte kader hep böyle davranır bizlere,hemen arkamızdadır,omzumuza dokunmak için elini çoktan ileri doğru uzatmıştır,bizlerse hala,Geçti gitti,gösteri bitti,yine aynı hikaye,diye homurdanıp dururuz.”

  • Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir.”

  • Beğenmek sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek.”

  • Bilmiyor musun ki kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin.”

  • Bilinmeyen ada nihayet açılmış,kendini aramak amacıyla.”


Orjinal Adı: O Conto da Ilha Desconhecida
Yazar : Jose Saramago / 1922 - Portekiz
Sayfa Sayısı : 58
Yayınevi : Kırmızı Kedi Yayınevi
Yayın Tarihi : 08/2014
Çeviri : Emrah İnce
Çizimler: Birol Bayram
Tür : Hikaye / Spekülatif Kurgu


                                                                                                                                                                                    


YAZAR HAKKINDA;

José Saramago 16 Kasım 1922 yılında Lizbon'da doğmuştur. Yoksul bir köylü ailenin oğlu olarak büyüdü. Ekonomik nedenlerle okulu bırakmak zorunda kalan Saramago, maknistlikte eğitimi aldı. Teknik ressamlıktan redaktörlüğe, editörlüğe ve çevirmenliğe kadar birçok işte çalıştı.Bir yayınevinde çalıştı. Diario ve Lisboa gazetelerinde kültür editörlüğü yaptı. Siyasi yorumlar yazdı. Portekiz Yazarlar Birliği’nin yönetim kurulunda görev üstlendi. 1976’dan sonra kendini tümüyle kitaplarına verdi.1933 yılında Kanarya Adaları'na yerleşti ve 1947 de ilk romanını yayınladı. Roman ve denemelerinin yanı sıra iki şiir kitabı ve oyun kitapları da bulunan yazar 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 18 Haziran 2010 yılında Lanzarote'dehayatını kaybetti.


Devamını oku »

ANNEMİ BİR KEZ DAHA GÖREBİLSEM / ZANA MUHSEN

Bir anne ve iki kızının öyküsünü okurken, “bu kadar da olmaz!” diyeceksiniz...” / Arka Kapak

      İngiltere'de yaşayan 13 ve 15 yaşında iki kız kardeş. Yemen'li bir baba ve İngiliz bir anne.Babalarının para karşılığı satarak evlendirdiği bu iki kardeş tatile gittiklerini zannetikleri Yemen'de korkunç gerçeği öğrenirler. Onlar artık hiç tanımadıkları Yemen'li iki adam ile evlidirler. Zana bu ortaçağ ülkesinden kurtulup yeniden evine,İngiltere'ye dönebilme hayali ile,dayaklara, hastalıklara,baskılara,tecavüzlere ve bir çok acıya katlanır. Yaşadığı herşey onu bir Arap kadını gibi davranmaya zorlasa da o içindeki inancı asla yitirmez. Ve bir gün hayallerinin gerçeğe döneceği an gelir...
      Ben bu kitap için gerçek bir hayat mücadelesi demek istiyorum. Gerçekliği insanın içini ürpertiyor. Bir yerlerde, bu şartlarda yaşamak zorunda olan binlerce kadın olduğunu öğrenmekse ayrı bir kahredici nokta maalesef. Ve büyük bir kısmı Zana kadar şanslı değil. Zana Muhsen kurtulduktan sonra bu kitabı kardeşi Nadia'yı kurtarmak için, sesini tüm hükümetlere ve insanlara duyurabilmek adına yazmıştır. Okumaya başladığınızda bir sonraki sayfaya geçme isteği karşı konulmaz, o sebeple bir kere de bitiyor kitap. En azından benim için öyle oldu. İyi bir kitap,talihsiz bir hayat...
      Anlatım sade ve anlaşılır. Olaylara duygulardan biraz daha fazla yer verilmiş gibi hissettim ben. Duygusal yapımdan kaynaklı olabilir...Kitabın yazılma sebebi dikkate alınırsa olaylar üzerine yoğunlaşılması belki de doğru olanıdır. Netice olarak kitap çabuk bitse de bende iz bırakmış bir çalışmadır.  
      Doğuştan hakkı olan özgürlük için mücadele etmek zorunda kalan herkes benim gerçek kahramanlarımdır. Tıpkı Zana Muhsen gibi...
      Kitabı bir marketin kokulu kitaplar bölümünde ayaküstü görüp almıştım, iyiki almışım,iyiki okumuşum. Ve kesinlikle tavsiye ederim. Şimdiden iyi okumalar...
18/11/2015

Altını Çizdiklerim;

  • Köylerde diğer kadınların hiçbiri okuyup yazamıyordu. Erkekler buna izin vermiyorlardı. Çünkü öğrenmeye başladıklarında, yaşam koşullarını sorgulamaya ve erkeklerle tartışmaya başlayabilirlerdi.”

  • Ben çok farklı ırklardan insanların arasında yetişmiş, hiçbir zaman onların farklı olduğunu düşünmemiştim.”

  • Onlar diğer kadınların akıllarına değişik fikirler sokularak, erkeklerin kurallarını sorgulayabilecekleri düşüncesine bile katlanamıyorlardı.”

  • Bizi yavaş yavaş işlere alıştırıyor,özgürlüğümüzü azar azar kısıtlıyor, her gün daha çok iş yıkıyorlardı. Uygun bir eğitime tabi tutulmadan önce dirençlerinin kırılması gereken hayvanlara benziyorduk.”
  • Mokbana'nın üzgün kız kardeşleri...”



Orjinal Adı: Sold a History of Modern Slavery
Yazar : Zana Muhsen
Sayfa Sayısı : 332
Yayınevi : Yakamoz Kitap / Sonsuz Kitap
Yayın Tarihi : 02/2015
Çeviri : Funda Payzın
Tür : Roman

                                                                                                                    


YAZAR HAKKINDA;
Zana Muhsen 1965 yılında Birmingham / İngiltere 'de doğmuştur.
Kardeşi Nadia ile küçük yaşta satılarak Yemen'e gönderilmiştir. 
Kendi yaşadıkları ve kurtuluşunun hikayesini anlattığı 
"Annemi Bir Kez Daha Görebilsem" ve kardeşi için yazdığı 
"Nadia'ya Sözüm Var"  isimli kitapları ile sesini milyonlara duyurarak
 hem kardeşine yardım etmeyi, hemde benzer hayatlar yaşayan 
kadınları kurtarabilmeyi  hedeflemiştir.



Devamını oku »

KELİMELERİN DERİN SESSİZLİĞİ


Bir hayalin peşinden gidiyorduk. Geçmişi geride bırakırken bir bilinmeze doğru yaklaşıyorduk. Hayatımdaki tek varlığım olan annemle zaman yolunda yürüyor.bir şeylerin fısıldayan kaderin bizi bir rüzgar gibi savurmasına engel olamıyorduk. Büyük umutlarla bir mucize olmasını bekliyorduk.” / Arka Kapak

       Yazarımız Jean Kwok'un kendi hayatında da alıntılar yaparak hazırladığı bu ilk çalışma, gerçekten zorlu bir hayat mücadelesini, azmi ve başarıya giden yolda zorda olsa alınan kararların arkasında duracak kadar güçlü olmayı anlatıyor. Kendi kızıma da büyüdüğü zaman okutmak istediğim, verdiği mesajları onunda farkedebilmesini arzuladığım kitaplardan biri olarak bende yerini aldı...
       Kimberly, anavatanı olan Çin'den, henüz küçük yaşta iken annesi ile birlikte Amerika'ya gelir. Göçmen hayatı onlar için gerçekten çok zordur. Hem dil ,hemde farklı bir kültüre uyum sağlama sorunu yaşamaktadırlar. Okuluna burada devam eden Kim, bir yandan da annesi ile birlikte teyzelerinin tekstil fabrikasında, diğer tüm işçiler gibi oldukça kötü şartlarda çalışarak yaşamaya başlarlar. Kim, oldukça zeki ve başarılı bir öğrencidir ve hayatına dair aldığı tüm kararlar annesi ve kendisini bu kötü şartlardan kurtarıp, kendi başlarına ayakta duracak şekilde yaşayabilmek adınadır. Kim ve annesinin verdiği yaşam mücadelesini anlatan bu kitap, özellikle her kadın için okunması gereken bir çalışma diye düşünüyorum.
       Kim'in içinde bulunduğu göçmen hayatından Yale'e uzanan başarı öyküsünde yaşadığı acılar,sıkıntılar,yoksulluklar, aşağılanmalar, dışlanmalar,kalp kırıklıkları,vazgeçişleri ve herşeye rağmen gösterdiği kararlılığı ve azmi, okurken bir yandan ağlatırken bir yandan da kendine hayran bırakıyor. Kitabın dili ve anlatımı oldukça yalın ve anlaşılır. Duygular gerçekten çok iyi ifade edilmiş.
       Bunun bir kurgudan çok yaşanmışlık olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Yazar, Kim gibi küçük yaşta göçmen olarak Amerika'ya gelmiş. Aynı yoksullukları ve sıkıntıları yaşamış. Harward'a kabul edilmiş ve Columbia 'da yüksek lisansını yapmış. Şimdilerde yeni kitapları üzerinde çalışıyor ve edebiyat toplantılarına katılıyormuş. Bu çalışmanın devamı olan 2. bir kitabı varmış ancak Türkiye' henüz basılmamış. Takip etmek gerek...
       Netice olarak hayatın bize dayattığı değil bizim ne istediğimiz ve bunun için neler yapabileceğimiz önemli. Kitap ise bu konuda oldukça iyi bir motivasyon kaynağı diyebilirim.
       Kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum hele de bir anne olarak özellikle genç kızlarımıza ozellikle tavsiye ediyorum!!!
Şimdiden iyi okumalar diliyorum ;)
19/11/2015

Altını çizdiklerim ve yorumlardan alıntılar;

  • Yaşam tarzlarımız değişmese de artık kendimi mutsuzluğun kollarına teslim etmiyordum.”

  • O evde hiçbir gece rahat uyuyamadım. Böyle zamanlarda annem kulağıma yavaşça fısıldardı: “Herşey yolunda kızım”...”

  • Kimberly muhteşem bir anlatıcı,bu nedenle kitabı elinizden düşürmeniz imkansız. Kelimelerin Derin Sessizliği, fedakarlık ve başarıyla bizlere dünyadaki güzellik ve hüznün karşıtlığını gösteriyor. The Register-Guard”

  • Kelimelerin Derin Sessizliği ruhu iyileştiren bir kitap. Okuyuculara iyimserliği ve birşeyleri yapabilme gücünü aşılıyor. Financal Times”

Orjinal Adı: Girl in Translation
Yazar : Jean Kwok
Sayfa Sayısı : 380
Yayınevi : Martı Yayınevi
Yayın Tarihi : 07/2013
Çeviri : Çiğdem Köfüncü
Tür : Roman


                                                                                                                                 

YAZAR HAKKINDA;
Jean Kwok,  eserleri 17 ülkede yayınlanmış ve dünya çapında üniversiteler, kolejler ve liselerde okutulmuştur. 
Beş yaşında ailesi ile Hong Kong'dan Brooklyn'e taşınmışlardır. Oldukça yoksul bir çocukluk geçirmiş, çocukluk ve gençliğinde Chinatown'da bir giyim fabrikasında çalışmıştır. Aynı zamanda okuluna da devam etmiş ve  Columbia, Harvard ve MFA 'da lisans dereceleri yapmıştır. Profesyonel bir dansçıdır. Şu anda ailesi ile Hollanda'da yaşamakta olan Kwok,yeni kitapları üzerinde çalışmaktadır.  
Hakkında daha fazla bilgi için;
www.jeankwok.com
https://www.facebook.com/JeanKwokAuthor




Devamını oku »